Tarihte çok ender fedâkârlık örnekleri vardır. Şüphesiz Ensarın fedakârlıkları bunların ilk sıralarında yer alır ve her zaman gıptayla, tebrik ve takdirle karşılanır.
Ensar arazilerini bile Muhacir kardeşleriyle öz kardeşleri gibi paylaşmaya kalkmışlardı. Hurmalıklarına ortak etmek, tarlalarını, bahçelerini, evlerini aralarında paylaşmak istemişlerse de Allah Resûlü (asm) buna razı olmamış, onlar da, tımar ve sulamasını Muhacir kardeşlerine bırakıp, ekim dikimlerini kendilerinin üstleneceklerini, gelirlerini ise ortaklaşa paylaşacaklarını belirtmişlerdi.
Resûl-i Ekrem (asm) Bahreyn fethedildiğinde arazisini Ensara vermek istemiş, ama Ensar, Muhacir kardeşlerine de bir misli verilmedikçe kabul etmemişlerdi.
Abdurrahman bin Avf, Ensardan Sa’d bin Rebi’ ile kardeş yapılmıştı. Sa’d, Hz. Abdurrahman’a, Ensarın en zengini olduğunu söylüyor, malını ikiye bölüp yarısını ona vereceğini, hatta iki eşinden beğendiğini boşayıp iddeti bitince de evlendirebileceğini teklif ediyor, gönlü tok Hz. Abdurrahman da, “Hayır, Allah hanımını da, malını da sana mübarek ve hayırlı eylesin. Sen bana sabah olunca çarşının yolunu gösteriver” diyor, ertesi gün çarşıya gidip alış veriş yapmaya başlıyor, zamanla bol miktarda para kazanıp hem ev bark sahibi oluyor, hem de Ensar’dan başka bir kadınla evleniyordu.
Resûl-i Ekrem’in (asm) duâsına mazhar olan Abdurrahman bin Avf (ra), o duânın bereketi hürmetine, “Hangi taşın altına elimi atsam altın veya gümüş bulurdum” 1 diyecek, zamanla sayılı zenginler arasına girecekti. Bu dönemde Hz. Ebû Bekir’in elbise, Hz. Osman’ın da hurma ticareti yaptığını biliyoruz.
Muhacirler bir taraftan Ensarın desteklerine memnuniyet ve teşekkürlerini bildirirlerken diğer taraftan da onlara yük olmamak için çalışıp çabalıyor, kısa zamanda ticaret, v.s. ile elde ettikleri gelirlerle evlerini yapıp yerleşiyorlardı.
Muhacirler her ne kadar Abdurrahman bin Avf gibi, kardeşleri Ensara yük olmamak için ellerinden gelen her şeyi yapsalarda Ensarın hakkını ödemek mümkün değildi. Onun için Muhacirler birgün Allah Resûlüne (asm) gelip Ensarın iyiliklerinden söz edip fedakârlıklarından bahsetmişler; imkânları fazla olmadığı halde her şeylerini seferber ettiklerini, onlar kadar iyiliksever, misafirperver bir kavim görmediklerini, bütün ihtiyaçlarını karşıladıklarını; sevinçlerine, neşelerine ortak ettiklerini belirtip onlara olan minnettarlıklarını dile getirmişler, sevapları da onların götürdüklerini, kendilerinin birşey yapamadıklarını belirtmişlerdi. Allah Resûlü de (asm), “Hayır, siz de onlara duâ ettiğiniz ve teşekkür ettiğiniz sürece sevaplarından payınızı alırsınız” buyurarak gönüllerine su serpmişti.2 “Her kime bir iyilik yapılır, o da bu iyiliği yapan kişiye, ‘Allah seni hayırla mükâfatlandırsın’ derse, onun için en güzel duâyı yapmış olur”du.3
Bir binanın kaynaşmış taşları gibi tek vücut hâline gelen bu seçkin toplum kısa zamanda birçok başarılara imza atacak, fetihlerden fetihlere koşacak, dünyanın dört bir yanına İslâmı yayacak; dünyayı barışa, huzura, mutluluğa kavuşturacaktı.
Dipnotlar:
1- Buharî, Büyu’: 1; Tabakat, 3:126.
2-Tirmizî, Kıyame: 44.
3- Tirmizî, Birr: 87.
02.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|