Hakikat mesleğinin olmazsa olmaz şartlarından birisi ispat ve mantıkî izahtır.
Ki, zaten Müslümanın mükellefiyeti, sorumluluğu “akıl ve baliğ” olmasıyla başlar. Buna göre mümin, aklın tercihiyle imân dâiresine girer.1 “Akılı olmayanın dini de yoktur” sözü bunu ifâde eder.
Mükellefiyet akıl ile başladığına göre; İslâmiyet körü körüne imân teklif etmez. Müslüman, delile tâbi olarak akıl, fikir ve kalble imân hakikatlerini kabul eder. Başka dinlerin bâzı ferdleri gibi ruhbanları taklit için bürhanı bırakmaz.2 Yani, Müslüman doğmatik değildir.
Diğer taraftan gerçeği araştırırken hâdiselerin sırrını, “aklın ışığı ve fen ilimleriyle”3 çözmeye çalışırız. Hakikate, doğruyu ulaşmak da ilim ile olur.4 İlim ise, inceleme ve tecrübelerin mahsulüdür.
Müslüman, bir şeye inanacağı zaman onu sorgular, körü körüne ona yapışmaz. Zira, imanî hükümler, basit bir özet ve taklidî bir tasdikten ibâret değil.5 Vicdânî ve aklîdirler.6 Bundan ötürüdür ki, imânî hükümleri ispat, son derece lüzûmlu. Çünkü, imânın var olup olmadığı (da) sorgu ile anlaşılır.7 Ayrıca, kalbi, kâmil imân derecesine çıkaracak, aklı ikna edecek, susturacak olan da bürhandır,8 akli, mantıki, ilmi delil ve belgelerdir.
Dolayısıyla İslâmiyet, fikir ve inanç hürriyetini hiçbir surette, hiçbir otorite tarafından sınırlandırılmasına müsaade etmemiş: Dinde zorlama yoktur...9 Sizin dininiz size, benim dinim bana.10 Sizi yaratan Odur. Böyle iken, kiminiz kâfir olur, kiminiz mü’min.11 De ki, bu Kur’ân, Rabbinden gelen bir haktır. Dileyen imân etsin, dileyen kâfir olsun.12 Hattâ, peygamberlere bile zorlama imtiyazı, baskı yetkisi tanınmamış: Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette imân ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın? 13 Vazifemiz size gerçeği bildirmekten ibârettir.14
Bu ve benzeri âyetler Kur’ân’ın, “dogmatik” değil, “taassuptan” uzak; “salâbetli” ve “müdakkik” bir kafa yapısı istediğini gösteriyor. Yâni, gerçeği delillerle bulduktan sonra ona sımsıkı yapışan; düşünme melekesine sahip, aklı keskin, vicdanı hür, kalbi mutmain bir Müslüman tipi...
Diğer taraftan Kur’ân, mutlaka araştırarak başta kalbimiz olmak üzere sair duygularımızı da doyurmamızı ister: İbrahim Rabbine: ‘Ey Rabbim! Ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster’, demişti. Rabbi ona: ‘Yoksa inanmadın mı?’ dedi. İbrahim: ‘Hayır! İnandım, fakat kalbimin mutmain olması için’, dedi.15 Bunun da, delilleri serdederek ispat ve izâh gerektirdiği izâhtan vârestedir.
İspat şarttır. Çünkü, Nasârâyı (Hıristiyan) ve benzerlerini havalandırarak dalâlet derelerine atan, yalnız aklı azil ve bürhanı tard (aklı ve delili kovmak) ve ruhbanı (rahipleri) taklit etmektir. Hem de İslâmiyeti daima tecellî ve fikirlerin genişlemesi nisbetinde hakaiki inkişaf ettiren, yalnız İslâmiyetin hakikat üzerinde olan teessüs ve bürhanla kuşanması ve akılla meşvereti ve hakikat tahtı üstünde bulunması ve ezelden ebede müteselsil olan hikmetin düstürlarına uymasıdır.16
Dipnotlar: 1-Mektûbât, s. 205, 2-Tarihçe-i Hayat, s. 80, 3-Münâzârât, s. 127, 4-İşârâtü’l-İ’câz, s. 102, 5-Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 175, 6-İşârâatü’l-İ’câz, s. 140, 7-Age, s. 46, 8-Sözler, s. 479, 9-Agk, Bakara, 256, 10-Agk, Kafirûn, 6, 11-Agk, Tağabun, 2, 12-Agk, Kehf, 29, 13-Agk, Yûnus, 99, 14-Agk, Yâsin, 17, 15-Agk, Bakara, 260, 16-Muhakemât, s. 43
01.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|