Üstad, “Biçare hakikatler kıymetsiz ellerde kıymetsiz olur”1 der.
Hakikat bizzat güçlüdür. Tanktan, toptan, füzeden daha güçlüdür; güçlü ve kıymetli ellerde de olmalıdır.
Güçlü ve kıymetli el denilince de her şeyden önce hangi makam ve konumda bulunursa bulunsun hakikati başlar üstünde tutan, gözünü budaktan esirgemeyen, kendi ezilse bile onu ezdirmeyen insanlar hatıra gelir.
“Bir tek hakikat-i Kur’âniyeyi dünya saltanatıyla değiştirmeyiz”2 diyen Üstad, ömrü boyunca karşısındaki en zalim kimse de olsa hakikati haykırmış, aslâ boyun bükmemiştir.
Şu ifadeler de Üstada ait: “Eğer bütün dünya bana verilse, bir hakikat-i imaniyeyi fedâ edemiyorum. Bir hakikatin bir dakika aksini farz etmek, bana gayet ağır geliyor. Bütün dünya benim olsa, bir tek hakaik-ı imaniyenin vücut bulmasına bilâtereddüt vermesine, nefsim itaat ediyor.”3
Evet, hakikat büyüklük ve önemi ölçüsünde cesaretle savunulmak da ister. Hakikat yücedir; hatırı hiçbir hatıra fedâ edilmez.
Hak ve hakikati hiçbir şeye fedâ etmeyen, bu uğurda ateşte yanmayı dahi göze alabilen ve bir sûreye isim olacak kadar şeref kazanan Ashab-ı Bürûc, hakikatin hiçbir şeye fedâ edilemeyeceğinin en canlı örneklerinden biri değil midir?
Barla’dayken sekiz sene boyunca Üstadın ziyaretlerine giden Hafız Ali Osman Ağabey de sıkıntı dolu dönemlerden ve hak ve hakikati daima başlar üzerinde tuttuklarından bahsetti. “Az mı mahkeme olduk?” dedi. Tam yedi defa mahkemeye çıkarılmış. Birincisinde beraat alıp aynı sebepten ikinci defa götürüldüğünde, “Hakim yine mi geldin?” dercesine bakmış ve savcı Nurculukla suçlamaya (!) kalktığında bunu iftiharla kabul etmiş ve “Bizi aynı kitapları okumaktan getirdiler. Biz suçsuzuz. Suçumuz Nurculukmuş. Nurculuk suç olur mu? Doğrusu sadece biz değil, siz de Nurcusunuz. İspata hazırım bunu. Nasıl demir işleriyle uğraşanlara demirci, kitapla meşgul olanlara kitapçı deniliyorsa, bize de Kur’ân’a olan irtibatımızdan dolayı Nurcu deniyor. Çünkü Kur’ân’ın bir ismi de Nur’dur. Bütün işimiz Kur’ân’la ilgilenmek. Kur’ân’a inanan, onunla ilgili olan herkes Nurcudur. Öyleyse siz de Nurcusunuz” dediğinde hakim beraat vermek zorunda kalıyor. Üstadın, “Avukat tutmak isteyen Risâle-i Nur’u elde etse yeter” dediği gibi Risâle-i Nurla kendini savunuyor.
Evet, hak ve hakikatin de bir bedeli var.
Dipnotlar:
1- Mektûbât, s. 462.
2- Şuâlar, s. 337.
3- Mektûbât, s. 32.
20.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|