Kâinat, nur-u Muhammedîden yaratılmıştır
İşte şu kâinata nazar-ı hikmetle bakıldığı vakit, azîm bir şecere mânâsında görünür. Ve şecerenin nasıl dalları, yaprakları, çiçekleri, meyveleri vardır; şu şecere-i hilkatin de bir şıkkı olan âlem-i süflînin, anâsır dalları, nebâtât ve eşcar yaprakları, hayvanât çiçekleri, insan meyveleri hükmünde görünür. Sâni-i Zülcelâlin ağaçlar hakkında cârî olan bir kanunu, elbette şu şecere-i âzamda da câri olmak, muktezâ-i ism-i Hakîmdir. Öyle ise, muktezâ-i hikmet, şu şecere-i hilkatin de bir çekirdekten yapılmasıdır. Hem, öyle bir çekirdek ki, âlem-i cismânîden başka, sâir âlemlerin numûnesini ve esâsâtını câmi’ olsun. Çünkü, binler muhtelif âlemleri tazammun eden kâinatın çekirdek-i aslîsi ve menşei, kuru bir madde olamaz. Mâdem şu şecere-i kâinattan daha evvel, o nevden başka şecere yok; öyle ise, ona menşe’ ve çekirdek hükmünde olan mânâ ve nur, elbette yine şecere-i kâinatta bir meyve libasının giydirilmesi, yine Hakîm isminin muktezâsıdır. Çünkü, çekirdek dâimâ çıplak olamaz. Mâdem evvel-i fıtratta, meyve libasını giymemiş; elbette, âhirde o libası giyecektir. Mâdem o meyve insandır ve mâdem insan içinde, sâbıkan ispat edildiği üzere, en meşhur meyve ve en muhteşem semere ve umumun nazar-ı dikkatini celb eden ve arzın nısfını ve beşerin humsunun nazarını kendine hasreden ve mehâsin-i mâneviyesi ile âlemi ya nazar-ı muhabbet veya hayretle kendine baktıran meyve ise zât-ı Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâmdır; elbette, kâinatın teşekkülüne çekirdek olan nur, onun zâtında cismini giyerek, en âhir bir meyve sûretinde görünecektir.
Ey müstemi’! Şu acîb kâinat-ı azîme, bir insanın cüz’î mahiyetinden halk olunmasını istib’âd etme! Bir nevi âlem gibi olan muazzam çam ağacını, buğday tanesi kadar bir çekirdekten halk eden Kadîr-i Zülcelâl, şu kâinatı nur-u Muhammedîden (Aleyhisselâtü Vesselâm) nasıl halk etmesin veya edemesin?
Sözler, s. 531-32
Lügatçe:
nazar-ı hikmet: Hikmet nazarı, bakışı.
şecere: Ağaç.
şecere-i hilkat: Yaratılış ağacı.
âlem-i süflî: 1-Alt ve aşağıdaki âlem. 2-Maden, bitki ve hayvanlara ait âlem.
anâsır: Unsurlar, elemanlar.
nebâtât: Bitkiler.
eşcar: Ağaçlar.
Sâni-i Zülcelâl: San'atla yaratan celâl sahibi Allah.
cârî: Cereyan eden.
şecere-i âzam: Çok büyük ağaç.
muktezâ-i ism-i Hakîm: Her şeyi hikmetle yaratan Allah’ın Hakîm isminin gereği.
muktezâ-i hikmet: Hikmet gereği.
âlem-i cismânî: Maddî varlıklarla ilgili âlem.
câmi’: Cem eden, toplayan, içine alan, kaplayan.
tazammun: İçine alma.
çekirdek-i aslî: Asıl çekirdek, öz.
şecere-i kâinat: Kâinat ağacı.
libas: Elbise.
evvel-i fıtrat: Yaradılışın başlangıcı.
sâbıkan: Evvelce.
semere: Meyve.
arz: Yer, dünya.
nısf: Yarım, yarı.
hums: Beşte bir.
hasr: Yalnız bir şeye mahsus kılma.
mehâsin-i mâneviye: Mânevî güzellikler.
müstemi’: İşiten, dinleyici.
kâinat-ı azîme: Büyük kâinat.
halk: Yaratma.
istib’âd: Uzak görme, ihtimal vermeme.
Kadîr-i Zülcelâl: Herşeye gücü yeten celâl sahibi Allah.
nur-u Muhammedî: Peygamberimizin (asm) nuru.
|