Kâinatın ve insanın rabıtası: Muhabbet ve sevgi
Kâinatın hamuru muhabbet ve sevgi ile yoğrulmuş. Cenâb-ı Hak kâinatı ve içindekileri muhabbet üzere yaratmış. Bu muhabbet ve sevginin merkezinde ise insan var. Zira kâinatın çekirdeği de, meyvesi de insan. Bu sebeple kâinattaki sevgi ve muhabbet de doğrudan insana bakıyor. Muhabbetin üç mühim vesilesi var: Cemal, kemal ve ihsan. İnsanda cemal ve kemale karşı fıtrî bir muhabbet meyli var. Her insan güzel olanı sever, mükemmel olana karşı ister istemez fıtrî bir muhabbet besler. İhsana karşı ise köle olacak kadar bir muhabbet gösterir. “İnsan, abidü’l-ihsan” sözü darbımesel olmuştur. Cenâb-ı Hak cemildir. Bütün isim ve sıfatlarındaki cemal mertebesi kemal noktasındadır. Kâinatta münteşir bütün sanatlardaki güzellik Allah’ın cemaline işaret eder. Cenâb-ı Hak Kâmil-i Mutlak’tır. Bütün isim ve sıfatları ile kemal noktasında bir mükemmeliyeti vardır. San'attaki harikalar Allah’ın kemal sıfatına işaret eder.
Cenâb-ı Hak Muhsin’dir. Sayısız nimetleri ile ihsan eden bir Rahim-i Rahman’dır.
Demek ki muhabbetin en mühim vesileleri olan cemal, kemal ve ihsan en yüksek mertebesi ile Cenâb-ı Hak’ta bulunur. Öyle ise Cenâb-ı Hak sonsuz bir muhabbete lâyık bir Zat-ı Zülcemal, bir Zat-ı Zülkemal ve Zât-ı Zülihsandır. İşte insanın kalbinde Rabbine karşı hadsiz bir muhabbet kabiliyeti yaratılmıştır. Madem Cenâb-ı Hak san'atında kemal ve cemalini tecellî ettirip, sayısız ve hesapsız nimetlerle ihsanlarda bulunup insana karşı muhabbetini gösteriyor, öyle de insan da bu muhabbet gösterisine karşı sonsuz bir muhabbetle mukabele edecek. Zira insanın kalbinde hadsiz bir muhabbet hissi yaratılmış. Ve bu his, ancak ve ancak Allah için sarf edilmekle doyar. Başka şekilde hiç mümkün değil. Bakın Söz’ün Üstadı bu hakikati Sözler’inde nasıl ifade etmiş: “Muhabbet, şu kâinatın bir sebeb-i vücududur, hem şu kâinatın râbıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi’ bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir.” (24. Söz) Nihayetsiz kemal sahibi olan zat ise Allah’tır. Demek ki insan bütün muhabbet ve sevgisini Allah’a verecek, Cenâb-ı Hakka yönlendirecek. Peki Allah’ı nasıl seveceğiz. Nasıl ve ne şekilde muhabbet edeceğiz? Bu suâlin cevabını yine Rabbimiz veriyor Kur’ân’ında:
“De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin.’” (Âl-i İmran: 31) Demek ki âyet-i kerimeye göre Allah’ı sevmek, Resûl-i Ekrem’e (asm) uymayı gerektiriyor. İlgili âyeti Üstad bakın nasıl tefsir ediyor: “Şu âyet diyor ki: ‘Allah’a (celle celâluhu) imanınız varsa, elbette Allah’ı seveceksiniz. Madem Allah’ı seversiniz; Allah’ın sevdiği tarzı yapacaksınız. Ve o sevdiği tarz ise: Allah’ın sevdiği zâta benzemelisiniz. Ona benzemek ise, ona ittibâ etmektir. Ne vakit ona ittibâ etseniz, Allah da sizi sevecek. Zaten siz Allah’ı seversiniz, tâ ki Allah da sizi sevsin.’” (Lem’alar, s. 62)
Resûl-i Ekrem, muhabbet-i İlâhiyenin göstergesidir. Zira Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, Cenâb-ı Hakkın “Habibim” diye hitap ettiği bir kulu ve resûlüdür. Demek ki Allah’ı sevmenin ölçüsü, Peygamberimizin sünnetine uymaktır. Peygamberimizin sünneti ise başta iman hakikatleri olmak üzere bütün İslâm hakikatlerini kabul etmek, bu hakikatleri yaşamaya çalışarak bütün fiil ve hareketlerimizde ona benzemektir. Sözün Üstadının Sözü ile sözlerimizi bitirelim: “Muhabbetullah, ittibâ-ı Sünnet-i Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâmı istilzam eder. Çünkü Allah’ı sevmek, Onun marziyâtını yapmaktır. Marziyâtı ise, en mükemmel bir sûrette zât-ı Muhammediyede (asm) tezahür ediyor. Zât-ı Ahmediyeye (asm) harekât ve ef’âlde benzemek iki cihetledir.
“Birisi: Cenâb-ı Hakkı sevmek cihetinde emrine itaat ve marziyâtı dairesinde hareket etmek, o ittibâı iktiza ediyor. Çünkü bu işte en mükemmel imam, zât-ı Muhammediyedir (asm).
“İkincisi: Madem zât-ı Ahmediye (asm) insanlara olan hadsiz ihsânât-ı İlâhiyenin en mühim bir vesilesidir; elbette Cenâb-ı Hak hesabına hadsiz bir muhabbete lâyıktır. İnsan, sevdiği zâta eğer benzemek kabilse, fıtraten benzemek ister. İşte, Habibullahı sevenlerin, Sünnet-i Seniyyesine ittibâ ile ona benzemeye çalışmaları katiyen iktiza eder.”
|
Halil AKGÜNLER
20.04.2007
|