Yıllardan beri uygulanan yanlış politikalar sebebiyle ‘rüzgâr’ ekildiği için, günümüzde ‘fırtına’ biçiliyor. Türkiye’yi sarsan çirkin cinayetleri başka ne ile izah edebiliriz? İşlenen cinayetlerin çözülüp çözülemediği bir yana; bunlar teknik anlamda çözülmüş olsa bile, bu ‘çözüm’ daha sonra işlenmesi muhtemel cinayetleri önleyebilir mi?
Geçmişte işlenen ve Türkiye’yi sarsan cinayetlerden biri de İpekçi cinayetiydi. Bu cinayetle ilgili İçişleri eski Bakanı Hasan Fehmi Güneş’in dikkat çekici tesbitleri var. Güneş’in anlattıklarını, günümüzde yaşanan benzer cinayetleri de düşünerek değerlendirmek mümkün. İpekçi cinayetini işleyen Ağca, Güneş’in İçişleri Bakanı olduğu dönemde yakalanıyor. Ancak, dönemin sıkıyönetim komutanı, sorgulama için ‘ek gözaltı süresi’ vermiyor.
Güneş yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “(Sıkıyönetim Komutanı) ‘Ben öyle uygun gördüm. Yetkim vardı’ dedi. Doğru, yetkisi vardı. Ağca’yı İstanbul Emniyeti, MİT’in desteğiyle yakaladı. Sorguyu sürdürmemiz gerekiyordu. Çünkü kendi kişisel kararıyla yaptığını söylüyordu. Oysa örgütsel bir eylem olduğu belliydi, sezgilerimiz bu yöndeydi. Bu nedenle soruşturmanın sürdürülmesine karar verdik. Yasa da bu imkânı bize veriyordu. Ama Sıkıyönetim Komutanının takdir yetkisi vardı. Yani ‘devam edin’ ya da ‘bize verin ben devam edeceğim’ diyebiliyordu. Sıkıyönetim Komutanı izin vermedi, kendilerine teslim etmemizi istedi. (...) Bu tabiî ki dikkat çekici bir olay. Bir başka olayla birleştirildiğinde daha dikkat çekici oluyor: (Ağca’nın) Askeri cezaevinden kaçması! Kaçmadı, kaçırıldı! Öyle bir cezaevinden kaçamazsınız! Ziyaretçi olarak gitseniz bile kartınızla kendi başınıza geri çıkamazsınız. Hem soruşturmanın genişletilmesine izin vermemek, hem de oradan kaçırılması doğal olarak himaye edildiği kuşkusunu gündeme getirir.” (Yeni Aktüel, sayı: 81, 25-31 Ocak 2007)
Tabiî ki hadisenin üzerinden yıllar geçmiş ve bu iddialar da ilk defa gündeme getirilmiyor. Bilhassa ‘çok önemli bir mahkûmun’ askerî cezaevinden kaçması şüphe uyandıran bir hadise. Konuyla ilgili değerlendirme yapan başka kişiler de ‘kaçırıldığı’ yönünde fikir beyan etmişlerdi.
Bütün bunlar, yaşanan hadiselerden gerekli ibret ve dersleri çıkarmamız gerektiğini hatırlatıyor. Geçmişte yaşanan hataların tekrarlanmaması için gereken neyse o yapılmalı. Çünkü; hak, hukuk ve adalet herkese, her zaman lâzım. Suç işleyenlerin himaye görmesi, hukuk devletini yaralayan ciddî bir konudur.
Yaşadığımız sürece bir de bu gözle bakmaya ne dersiniz?
*
Dağılmak için toplanalım!
Kamu ya da özel, Türkiye’de ‘idareciler’in temel problemi ‘toplantı yapma’ merakıdır. Kimi ararsanız, ‘toplantıda’ cevabını almanız mümkün. (Bu arada, ara sıra bizi arayan okuyucularımız da ‘toplantıda’ olduğumuzu fark etmiştir!)
Bir dönem Fenerbahçe’yi de çalıştıran Hollandalı teknik adam Guus Hiddink, ‘Anılar’ında Türkiye’den bahsederken şöyle demiş: “İstanbul’a geldiğimizde ilk öğrendiğim kelime toplantıydı. Hep toplantı yapardık ama toplantıda hiçbir şey adam gibi konuşulmazdı. Kısa sürede herkes birbirinin boğazına sarılırdı. Kimse kimseye güvenmezdi.” (Fanatik gazetesi, 27 Aralık 2006)
Hiddink üzerinde kötü bir imaj bırakmışız anlaşılan. Ama yaptığı tesbitte haksız mı?
28.01.2007
E-Posta:
[email protected]
|