30 Kasım 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Ali FERŞADOĞLU

İneğe kurban olanlar, ineği kurban edenler!


A+ | A-

Güney Afrikalı bir profesör, bazı araştırmalar için Hindistan’a gider. Hintli meslektaşıyla yolculuk ederken tren, istasyon dışında bir yerde durur.

Bekleyiş uzayınca sürer. Güney Afrikalı sebebini sorar. Hintli meslektaşı “Sebebini bilmiyorum, ama gidip bir sorayım” der.

Döndüğünde “Merak edecek bir şey yok,” der. “Tren yoluna bir inek uzanmış, kalkınca yola devam edilecek.”

Bunun üzerine Güney Afrikalı profesör “Hayret, 20. yüzyılda hâlâ ineğe tapılabiliyor!” deyince Hintli profesör sorar:

“Peki, sizde hiç böyle şeyler yok mu?”

Güney Afrikalı önce, “Yok” derse de biraz düşününce beyninde şimşekler çakar ve ürpererek şu cevabı verir:

“Haklısın dostum, bizde de var. Hatta bizim durum sizden de kötü. Sizin inek birazdan kalkar, ama bizde öyle inekler var ki, yıllar geçse bile yine yerlerinden kalkmazlar.”

***

Eskiden Mısır’da öküz mukaddesti. Hz. Musa (as) Mısır’daki Yahudileri kurtardı, ama bazılarının damarına işlemişti Apis öküzüne tapmak. Daha sonra “icl” hadisesi vukua gelir.

Acaba, bugün, hayvan kesimine karşı gelenlerin bazılarının genlerinde, “bakarperestlik”, yâni ineklere tapma hastalığı mı vardır?

Bakarperestlik, totemcilik, ineklere tapma nasıl ve nereden kaynaklanmıştır?

Öküze neden kudsiyet atfetti Mısırlılar?

Mısır’ın büyük bir parçası kumistan, yani çöl. Bu büyük çölün içinde de mübarek Nil nehri akıyor. Öyle bir feyiz ve bereket veriyor ki, gayet mahsüldar bir tarla hükmüne geçmiş. O cehennem gibi sahrâ komşuluğunda şöyle Cennet gibi verimli, mübarek bir nehir ve toprak parçası... Bu çiftçilik ve ziraatı geliştirmiş. Halk, ekseriyetle ziraate, çiftçiliğe rağbet ediyor.

Bu hâl, orada oturanların karakterlerine, seciyelerine öylesine işlemiş ki, ziraatı “kutsî” ve ziraat vâsıtası olan “ineği/öküzü” mukaddes bir ma’bud derecesine çıkarmış.

Hattâ o zamandaki Mısır milleti, öküz ve ineğe, ibâdet etmek derecesinde bir kudsiyet vermişler. İşte o zamanlarda İsrailoğulları dahi o kıtada yaşıyordu. O hâl ve terbiyeden bir hisse aldıkları, “icl” meselesinden anlaşılıyor.

İşte Kur’ân-ı Hakîm, Hazret-i Mûsâ Aleyhisselâmın risâletiyle, o milletin seciyelerine girmiş ve istidadlarına işlemiş olan o “bakarperestlik” mefkûresini (fikrini) kesip öldürdüğünü, bir “ineğin” zebhi, yâni kesilmesi ile anlatıyor.

İşte şu basit hâdise ile, bir genel prensibi, hem herkese her vakit gayet lüzumlu bir hikmet dersi olduğunu ulvî bir mu’cize ile beyân eder.

Yani kuban kesmek, aynı zamanda, “totemciliği, bakarperestliği, inekperestliği, maddeye karşı olan hevesi” kırıyor. Onların kudsiyetini kesip atıyor! “İnekler, mâbud derecesine çıkarılamaz; onları Yaratana teveccüh etmek gerekir” dersini veriyor.

Buna kıyasen bil ki, Kur’ân-ı Hakîm’de bâzı tarihî hâdise sûretinde zikredilen cüz’î (basit veya küçük) hâdiseler, küllî (genel) düsturların uçlarıdır.1

Bugün tabiata, atoma tapanların, acaba ineğe tapanlardan ne farkı var? Bu bir zihniyet ve iman farkıdır. Müslüman ineği kurban ederken, tabiatperetsler ve totemistler ineğe kurban oluyor!

Dipnot: 1- Sözler, s. 224.

30.11.2009

E-Posta: [email protected] [email protected]



M. Latif SALİHOĞLU

Bayramda konuşulanlar


A+ | A-

Bayram ziyaretlerinde evlerde, dost meclislerinde konuşulmasını, sohbet mevzuu olmasını kuvvetle muhtemel gördüğümüz bazı konulara çok kısa da olsa değinmeye çalışalım.

Sonucu belli, nafile uğraşlar

Vatandaşın iktidardaki hükümet yetkililerine yönelttikleri sorular ve aldıkları cevapları aşağıdaki gibi özetlemek mümkün...

Soru: Ey hükûmet! N'oldu şu meslek liselilerin "katsayı" meselesi?

Cevap: Biliyorsunuz biz uğraştık, ama olmadı. Mağduriyet, maalesef devam ediyor.

Soru: N'oldu şu başörtüsü hürriyeti?

Cevap: Valla biz uğraştık, ama netice alamadık. Mağduriyet devam ediyor.

Soru: N'oldu şu "açılım" meselesi?

Cevap: Biliyorsunuz, biz çok uğraştık. Ancak, beklentileri karşılayamadık; henüz bir hal çeresini bulamadık.

Soru: N'oldu şu "ıslak imza" meselesi.

Cevap: Biliyorsunuz, biz elimizden geleni yaptık. Elimizden gelemeyeni ise maalesef yapamadık.

Soru: N'oldu şu hastahanelerdeki muayene ve eczahanelerdeki fiyatlandırma meselesi? Neden sürekli değişiyor ve bir türlü rayına oturmuyor?

Cevap: Biliyorsunuz, bu konuyla yıllardır uğraşıyoruz; uğraşmaya devam ediyoruz.

Soru: Maddî kriz kısa sürecek, teğet geçecek diyordunuz. Bir yıl geçti, kriz derinleşerek devam ediyor?

Cevap: Teğet geçer demek, zarar vermeyecek demek değildir. Uğraşıyoruz işte.

Soru: Başbakan, Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, YÖK Başkanı, AYM Başkanı... hep uyumlu görünüyorsunuz da neden şu meseleleri halledemiyorsunuz? Sizi kim engelliyor?

Cevap: Hükûmetimiz, bütün sorunların üstesinden gelebilecek güçtedir. Hamdolsun.

Soru: Evet, hamdolsun. Fakat, bu gidişle adınız "Uğraştık, ama çözemedik hükümeti"ne çıkacak; haberiniz olsun.

Cevap: Al sorularını da git burdan!

Dersim'de analar ağladı mı?

CHP'li Onur Öymen'ın "Analar hep ağladı. Çanakkale'de, Dersim'de, son terör olaylarında da hep ağladı analar" demesiyle birlikte, yakın tarih, özellikle 1937 tarihli Dersim Fâciası konusu, gündemin ilk sıralarına tırmandı. Tırmanış, hız kesmeden devam ediyor.

Şimdiye kadar ortaya çıkan bilgi ve belgeler, Dersim'de o tarihte anaların ağlamadığını, daha doğrusu ağlayamadığını gösteriyor.

Zira, evlâtları katledilen Dersimli analar da acımasızca öldürülmüşler. Dolayısıyla, ağlamaya, yas tutmaya dahi fırsatları olmamış.

Enaniyet engeli

Bir televizyon programında konuşan koca koca tarihçiler "Said Nursî'nin yazdıklarını anlayamıyoruz" demişler.

Beş–altı asır önceki vesikaları rahatlıkla okuyup anlayabilen bu deve dişi gibi adamların neden böyle konuştuklarını düşündüm. Fikrime iki nokta takıldı.

Birincisi: Yalan söylüyorlar. Zira, aleyhte konuşunca "anlamışlar gibi" konuşuyorlar.

İkincisi: Anlamıyor olabilirler. Zira, "ilmî enaniyet" sahibidirler. Said Nursî'nin eserleri olan Risâle-i Nur'da "enaniyet"in her türlüsü merduttur, reddedilmiştir. Dolayısıyla, "ene"sini terk etmeyen, o kudsî nurlardan istifade edemiyor. Müellif–i muhterem, kendisi için de "Said, tam toprak gibi mahviyet ve terk-i enaniyet ve tevazu-u mutlakta bulunmak şarttır" diyor. (Kastamonu Lahikası, s. 18)

Dersim kronolojisi

25 Aralık 1935: Dersim'in ismini değiştiren "Tunceli Kànunu" çıkartıldı.

Ocak 1936'tan itibaren: Alevilerin yoğun şekilde yaşadığı coğrafya, askerî abluka altına alındı. Askerî Mahkeme kuruldu. Her tarafa karakol inşa edildi. Bölgenin hem valisi, hem de komutanı olarat Abdullah Alpdoğan Paşa getirildi. Aşiretlerle güvenlik kuvvetleri arasında yer yer çatışmalar yaşandı.

1937 Baharı (Mart): Yeniden alevlenen çatışmaların şiddeti daha da arttı. İsyancı-sivil halk ayrımı yapılmadan, bölgede kitle imha silâhları kullanıldı. Diyarbakır'dan kalkan savaş uçakları, halkın üzerine bomba yağdırdı. Mağaralara sığınanlar, zehirli gaz bombalarıyla imha edildi. Topluca yakma ve kurşunlama şeklinde katliâmlar yapıldı. Zaten devletluların vermiş olduğu emir de "Tek canlı bırakmayacak şekilde imhâ" idi. (Bir şahit: Yarbay Hulusî Yahyagil)

25 Ekim 1937: Başbakanlıktan istifa eden İsmet Paşanın yerine Celal Bayar getirildi. Operasyonlar devam ediyordu. Bayar, gelişmelere seyirci olmanın ötesinde herhangi birşey yapamadı. İnisiyatif, hükümete re'sen başkanlık yapan Reisicumhur ile Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa'nın elindeydi.

15 Kasım 1937: Seyit Rıza ve arkadaşları Elazığ'da idam edildi.

10 Ağustos 1938: Aralıklı şekilde devam eden operasyonlara son verildi.

Can kaybının bilânçosu, on binlerle ifade ediliyor. Net rakam bilinmiyor.

10-30 Ağustos 1938: Kurtulanlar toplanıp Batı Anadolu'nun muhtelif yerlerine sürgün edildiler.

Sürgün edilenlerin önemli bir bölümü, kısmî serbestliğin tanındığı 1940'lı yıllarda memleketlerine geri döndü.

NOTLAR:

1) Bütün din kardeşlerimin Kurban Bayramını tebrik ve tes'id eder, bu bayramın insanlık âlemi için huzur ve saadete vesile olmasını Rabbimden niyaz ederim.

2) Yakın tarihteki saptırmalara dair yazılar, bayram sonrasında kaldığı yerden devam edecek. MLS

30.11.2009

E-Posta: [email protected]



Süleyman KÖSMENE

Bismillah rahmete ulaştırır


A+ | A-

Rasim Pektaş: “Bismillah’ın sırları üzerinde durur musunuz?”

Bediüzzaman Hazretleri On Dördüncü Lem’a’nın İkinci Makam’ını Besmeleye tahsis eder; Besmelenin rahmet noktasında parlak bir nûrunu altı sır içinde izah eder. Bu sırlar üzerinde kısaca duralım:

Birinci Sır: Kâinât sîmâsından, yeryüzü sîmâsına, yeryüzünden de insan sîmâsına; yani kâinâttan insana, yani arştan ferşe bir nûrânî satır gibi uzanan üç Rubûbiyet ve Ehadiyet disiplini vardır. Bunlar: 1-Ulûhiyet, 2-Rahmâniyet, 3-Rahîmiyet

Kâinâtın her yanında, bütün varlıkların birbirlerine karşı yardımlaşmaları, dayanışmaları, birbirine saygı, sevgi ve ilgi duymaları Ulûhiyet mührünün tezâhüründen başka bir şey değildir. “Bismillahirrahmânirrahim”de bulunan Allah lafzı, böyle yüksek tezâhürlerle bize kendisini gösteren Ulûhiyet sıfatına bakmaktadır. Yeryüzündeki bitkilerin ve hayvanların idâresi, terbiyesi ve işlerinin düzenlenmesinde görülen birbirine benzemeklik, uygunluk, düzgünlük, incelik, lütuf ve merhamet ise bize Rahmâniyet imzâsını göstermektedir. Besmeledeki “Rahmân” ismi de, Rahmâniyet sıfatına delâlet etmektedir. İnsanın mânevî mâhiyetinde ve sîmâsında bulunan nezâket duyarlılıkları, şefkat incelikleri ve merhamet pırıltıları ise bize Rahîmiyet sikkesini bildirmektedir. Besmeledeki üçüncü isim olan “Rahîm” ismi ise Rahîmiyet sıfatına işâret etmektedir.

İkinci Sır: Kur’ân, mahlûkâtın bütününe hâkim olan Vâhidiyet içinde akılları boğmamak için, her bir şeyde Ehadiyet cilvesini gösteriyor. Meselâ bütün dünyayı ihâtası içine alan güneşi dev cüssesiyle mülâhaza etmek gâyet geniş ve ihâtalı bir nazar gerektirdiğinden; nazarı geniş olmayan kitlelere güneşin zâtını unutturmamak için, her bir parlak şeyde yansımaları vâsıtasıyla güneşin zâtı gösterilmelidir.—Temsilde hatâ olmasın—Cenab-ı Hakk’ın Ehadiyet itibariyle her bir şeyde, husûsan her bir canlıda, husûsan insanın mâhiyetinde bütün isimleriyle bir cilvesi bulunduğu gibi; Vahidiyet itibariyle de her bir ismiyle bütün kâinâtı birden ihâta etmektedir. İşte “Bismillâhirrahmânirrahîm” kelimesi, Cenâb-ı Hakk’ın bütün kâinâtı kuşatan Vahidiyeti içinde akılları boğmamak ve kalplere Cenâb-ı Hakk’ın Zâtını unutturmamak için Ehadiyet mührünün “Allah, Rahmân ve Rahîm” isimlerinden müteşekkil üç mühim kaynağını göstermektedir. Yani bu üç ismin her bir şeyde kolayca görünen tezâhürleri ısrarla nazara verilmekte ve kalplerin Cenâb-ı Hakk’ı unutmaması sağlanmaktadır. Bu üç ismin, bir İslâm nişânı olan Besmele içerisinde hayatımıza girmiş olması ve her hayırlı işin başında dilimizden düşürmememiz bundandır.

Üçüncü Sır: “Besmele”, bütün kâinâta hâkim olan Rahmet hakîkatının arşına yetişmek için mü’minin elinde bir vesîle, bir şefaatçi ve bir miraç hükmündedir.

Dördüncü Sır: Mahlûkâtta sayısız vahdet mühürleri vardır; fakat çoğu zaman kesret ve sebepler içinde zihni dağılan insan, Allah’ın birliğine intikâl edemiyor. Bundan dolayı, Vahdet arkasında Ehadiyet mührünü göstermek gerekiyor. Tâ ki, doğrudan Cenâb-ı Hakk’ın Zâtına ulaşmak mümkün olsun. Varlıklara en câzibedâr nakış, en parlak nûr, en şirin tatlılık, en sevimli cemâl ve en kuvvetli hakîkat olan Rahmet ve Rahîmiyet mührü bunun için konmuştur. Bu Rahmetin kuvveti, insanı Ehadiyet mührüne ulaştırır. “Besmele”, Rahmetten Ehadiyete ulaştıran bu sırrın bir unvânıdır.

Beşinci Sır: “Besmele” ile insan, mânevî sîmâsının işâret ettiği Rahmân ismine ulaşır.

Altıncı Sır: Hiçbir şeye muhtaç olmayan Cenab-ı Allah’ın rahmet hazînesinin en birinci anahtarı “Besmele”dir. Bismillahirrahmanirrahim kelimesiyle rahmete ulaşılır ve berekete ulaşılır.

30.11.2009

E-Posta: [email protected]



S. Bahattin YAŞAR

Abdest, Huzur’a hazırlıktır


A+ | A-

Abdest; maddî ve mânevî bedeni zırhla kuşatmak, korumaya almaktır. Abdest, bedene yakışan en güzel elbiselerden birisidir. Yani, beden, abdestle güzeldir.

Abdest, bedenin süsü ve güzelliğidir. Onun için bir ömür içerisindeki bedende ne kadar abdestli zamanlar varsa, o kadar o beden için nurlu zamanlar var demektir. Eh hâliyle nurlu zamanları bol bulunan bir bedenin, bu zaman dilimlerindeki halleri de nurânîdir.

Abdest, hayat dilimlerinde oluşan kirlenmeleri temizleyen bir operasyonundur. Onun için abdest, zırhımız olmalı.

Abdest, “Ben harama kapalıyım, ben Rabbimin kulu, kölesiyim” mesajıdır.

Abdest, bedenin kendini Rabbine adadığı zamanlardır. Beden, abdestliyse; ondan güzellikler zuhur eder.

Abdest, helâl dairesine giriş demektir. Onun için abdest, Yaratıcı ile olan akdi tazelemektir.

Abdest, abdestlenen organların iplerini Sahibine vermesidir. Abdestli beden; harama karşı aşılanmış, düşmana karşı zırhını kuşanmış demektir.

Abdest, vücut kimyasının düzelmesi, ayarlanması, yani vücudun, kulluk moduna hazırlanması demektir.

Abdestlenmek, kanatlanıp kulluğa uçmaktır. Melekleşmek ve nuranileşmektir. Vücut organlarının ibadetidir abdestlenmek.

Abdest, Huzur’a girmenin ilk adımıdır. Abdestli zamanlar, mukaddes zamanlardır. Vücut kimyasının ibadete hazırlanması, ‘âbid’leşmesidir.

Abdestli bir beden, organlarını ibadete ayarlamıştır. Öyle ki, abdestli bir bedenden çıkacak sözlerin etki derecesi tartışılmaz. Abdest, vücut organlarındaki kimyasal dönüşüm demektir. Abdestli bir bedenin nefes alıp vermesi, yürümesi, oturması, kalkması, konuşması, dinlemesi vb. faaliyetleri, güzel bir niyet ile ibadete dönüşebilir.

Abdest, dile, kulağa, göze, ayağa ayrı ibadet anlamları yüklemek, bedenin maddî ve mânevî etki gücünü arttırmaktır. Onun için, abdestli bir bedenden çıkacak kelimeler ve cümleler, her biri birer özel güce sahip olacaktır. Kuru sıkı tabanca ile atılan bir atışın etkisi ile, gerçek bir mermi atışının etkisinin bir olmadığı gibi. Çıkardığı ses birbirine yakın olsa da, hedefi vurmadaki etki herhalde mukayese edilemeyecek cinstendir. Abdest, insanı güçlendirmektir.

O zaman ne yapıp etmeli, imkânlar ölçüsünde söze ve davranışa güç katmak ve etkiyi arttırmak için abdestli zamanları arttırmalı insan.

Peki abdestli olduğu halde, bu beklenen netice oluşmuyorsa, o zaman, ibadette niyet ve şuur problemi var demektir. Her abdest, yeniden bir başlangıçtır. Gücüne inanan ve onu bir silah olarak gören için, abdestli saatlerin kazancı daha bol ve hesabını vermek daha kolay olacaktır.

30.11.2009

E-Posta: [email protected]



Yeni Asyadan Size

Sürprizlere devam


A+ | A-

Arefe günü verdiğimiz Kurban Bayramı ilâvemiz, tatminkâr muhtevası ve başarılı sayfa dizaynı ile beğenildi. Hac ve kurban ibadetlerine ilişkin gerekli bilgileri içeren yazılara verdiği emekten dolayı Lâhika sayfası editörümüz İsmail Tezer’e, sayfa düzenlemelerini yapan Görsel Yönetmenimiz İbrahim Özdabak’a ve ilâveye sağladıkları ilân katkıları için de İlân Servisimize teşekkürlerimizi ifade ediyoruz.

***

Kurban Bayramı ilâvesinden sonra sıra, daha önce duyurduğumuz ve Ilgın toplantısında da konuşulan Hastalar Risâlesi’nde. Aralık ayının son haftasında vermeyi planladığımız bu kitapla ilgili çalışmaların şimdiden gündeme alınması hususunu hatırlatıyoruz.

***

Yeni çalışmaları gündeme alırken, özellikle “Said Nursî ve Demokratik Açılım” ile “Said Nursî Kimdir?” broşürlerine ilişkin çalışmaların ara vermeden ve hız kesmeden devamı konusunu da dikkatlerinize sunuyoruz.

Daha önce ifade ettiğimiz gibi, bu, Üstadın vefatının 50. yılı olan 2010 boyunca gündemde tutmamız gereken bir çalışma.

***

50. yılla bağlantılı çok orijinal bir sürprizimiz daha olacak. Ayrıntılarını bilâhare duyuracağımız bu çalışmayla ilgili olarak şimdilik sadece şu kadarını ifade etmekle yetinelim:

2010 yılı için ajanda almakta acele etmeyin.

***

Bölge baskısı hazırlığı

Yeni Asya A.Ş. Genel Müdürü Recep Taşcı ile Abone ve Dağıtım Müdürü Saim Çelenli geçtiğimiz hafta Doğu Karadeniz Bölgesi ve komşu illeri kapsayan geziye çıktılar. Ankara, Çorum, Samsun, Giresun, Ordu, Trabzon, Rize, Erzurum, Bayburt, Ağrı, Kars, Iğdır, Erzincan il ve ilçelerini içine alan geziye Yönetim Kurulu eski üyemiz Raşit Yücel ile Samsun Temsilcimiz Selim Çepni de refakat etti.

Gazetenin abone ve dağıtımının ele alındığı ve tiraj artışlarının konuşulduğu toplantılar, okuyucu ve temsilcilerimiz tarafından büyük ilgi ve kabul gördü. Müessese yöneticilerinin dile getirdiği proje ve hedefleri heyecanla karşılayan bölge temsilcileri, mevcut satışın iki katına varan bir tiraj taahhüdünde bulundular.

Müessesenin gündeminde olan Karadeniz bölge baskısı bu taahhütler doğrultusunda daha kısa bir zamanda gerçekleşebilecek. Bölge baskısı ile birlikte hizmet ve haber kalitesi artacak, Türkiye genelinde geç baskı imkânları doğacak. Ulaşımdan kaynaklanan aksamaların da ortadan kalkacağı baskı ile mahallî haber ve ilânlara daha çok yer verilebilecek.

Genel Müdür Taşcı, bu tür gezilerin diğer bölgeleri de kapsayacak şekilde süreceğini belirterek, desteklerinden dolayı okuyucu ve temsilcilerimize teşekkür etti.

***

Bozdağ Arnavutluk’ta

Çeşitli gezi ve organizasyonlarla katıldığımız dış geziler devam ediyor. Gazetemiz Yazı İşleri Müdür Yardımcısı Recep Bozdağ İnsan Hak ve Hürriyetleri Vakfı İHH’nın dâvetlisi olarak Arnavutluk’a gitti. Yıllarca komünizm esareti altında kaldıktan sonra hürriyetine kavuşan ve eski rejimin kalıntılarından kurtulmaya çalışan Müslüman Arnavutlara yapılacak kurban yardımlarını yerinde izleyecek olan Bozdağ dönüşte izlenimlerini sizlerle paylaşacak.

Hayırlı haftalar dileklerimizle...

30.11.2009

E-Posta: [email protected]



Recep TAŞCI

Biraz da işsizleri “dinleyin”


A+ | A-

Sıcak para...

Borsa...

Altın...

Dolar...

Dört haftadır bu konulara odaklandık.

Sömürünün, kumarın, haksızlıkların ve bilinmezlerin dünyasında gezindik, olan biteni, geleceğe ilişkin kehanette bulunmaktan kaçınarak anlatmaya çalıştık ve emeğe saygı duyan daha adil bir düzen arzumuzu dile getirdik.

Sermaye ve para piyasalarında cereyan eden hadiseler esasında sokaktaki vatandaşın umrunda mı?

Değil.

Onun derdi önce iş.

İşi olanın mücadelesi de işini kaybetmemek ve iki yakasını bir araya getirmek.

Gerisi teferruat.

Geçtiğimiz hafta işsizlik rakamları açıklandı.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) “temmuz-ağustos-eylül” dönemini kapsayan “ağustos” sonuçlarına göre Türkiye genelinde işsiz sayısı, geçen yılın aynı dönemiyle kıyaslandığında 927 bin kişi artarak 3 milyon 429 bine ulaştı.

Oran olarak ise Ağustos 2008’e göre 3,2 puanlık artışla yüzde 13,4 seviyesine çıktı.

Turizm ve inşaat gibi mevsimsel istihdam sağlayan sektörler sayesinde yaz aylarında düşme eğilimi gösteren işsizlik oranı tekrar tırmanışa geçti.

İşsizlik rakamlarını irdelerken bir kaç hususun altını çizmek gerekir.

İş aramaktan yorulup bitap düşenler, umudunu yitirenler işsizlik rakamlarına dahil edilmiyor.

Sayıları 1,860 bini bulan bu çaresizleri de katınca gerçek işsiz sayısı 5,3 milyona, oranı da yüzde 19’a yükseliyor.

Bir diğer çarpıcı hususta, işsizliğin en çok genç nüfusu vurması.

Oran yüzde 23,5.

Ama daha önemlisi tarım dışı gençlerin işsiz olması. Oran yüzde 29.

Şehirde yaşayan her 3 gençten biri işsiz.

Bunun anlamı nedir, rakamlar neyi ifade ediyor, empati kurarak değerlendirilmeli, okuyup geçilmemelidir.

Genç insan...

Bir ekonomi için en kıymetli kaynak.

Evde, sokakta, kahvehane köşelerinde israf ediliyor.

İşin sosyal boyutu daha da vahim.

Yitip giden hayaller, umutlar...

Bütün kötülüklerin anası “işsizlik” diye boşuna söylememişler.

Toplumda patlamaya hazır yüzbinlerce canlı bomba.

Gündem incir çekirdeğini doldurmayan konularla meşgul edilmemeli, sorunu çözecek ciddi adımlar atarak gençler topluma kazandırılmalı.

Geleceğimiz onlar.

İçerde, dışarda düşman aramaya gerek yok, ülkenin bekasını tehdit eden en büyük tehlike işsizlik.

Geçen hafta içinde gazetecilerin sorularını yanıtlayan Erdoğan, işsizlik rakamlarını şöyle değerlendirdi:

“İşsizlik konusunda şu anda bakın biz dünyada artış noktasında en az artış gösteren ülke konumundayız. Hatta bugün açıklama var bununla ilgili. ABD’den tutun Avrupa Birliği üyesi ülkelere baktığınız zaman en az artış gösteren ülke konumundayız. O da 2,6-2,7-2,8 gibi.Ama bizim dışımızdaki ülkelerede bu oranların 3, 4, 5, 6’ lara vardığını görüyoruz.”

Katılamıyoruz.

Şu sütunlarda yeri geldikçe hatırlatıyoruz.

Türkiye işsizlikte dünya ülkeleri arasında başı çekiyor.

2007 yılı baz alındığında Türkiye işsizlik oranındaki artışta 54 ülke arasında onbirinci sırada.

Estonya, Letonya, İrlanda, Litvanya, İzlanda, Slovenya gibi birkaç milyon nüfuslu devletleri saymazsak ilk 5’te.

Yani işsizliğin en fazla arttığı ülkeler sıralamasında iddia edildiği gibi “işsizliğin en az artış gösteren ülke” değil aksine çok üst sıralarda yer alan bir ülkeyiz.

Genel işsizlik oranında tablo daha kara.

Güney Afrika ve İspanya’nın ardından üçüncülük koltuğuna yerleşmişiz.

Hal böyleyken sorunu küçümsemek, görmezden gelmek huyumuzdan vazgeçelim, daha fazla büyümeden üzerine gidelim.

Unutmayalım ki işsizlik gelecek yıl daha büyük boyutlarda karşımıza çıkacaktır.

İşsizlerin sesine kulak verin.

Madem herkes dinleniyor biraz da işsizleri “dinleyin”.

30.11.2009

E-Posta: [email protected]



Faruk ÇAKIR

Kurban olayım size!


A+ | A-

Ne yazık ki bu seneki Kurban Bayramında da yine ‘bayram’a yakışmayan görüntüler meydana geldi. Milyonlarca Müslüman ibadet kaygısıyla kurban kesti ve bu yolla Rabbine yakın olmayı temenni etti. Fakat bazı insafsızlar, ortaya koydukları görüntülerle ‘kurban’ın mânâ ve ehemmiyetine aykırı davrandılar.

Az sayıda olsa da hemen her yıl insanları üzen ‘kurban kesim manzaraları’ medyaya konu oluyor. Her defasında “İnşallah bu görüntüler son olur, bir daha tekrarlanmaz” diye dua edip temennide bulunuyoruz. Fakat sanki gizli bir el, insanları ‘doğru İslâm ve İslâmiyete lâyık doğruluk’tan uzaklaştırmak için bu yanlışları sürdürüyor.

Belki de milyonlarca kurban sıhhî ve insanî şartlara uygun olarak kesiliyor; ama milyonda bir olan ‘yanlış kesim’ medyaya malzeme oluyor. Elbette sadece medyayı suçlama kolaylığına sığınamayız. “Gayr-ı insânî kurban kesimi”ne imza atanları, onlara bu fırsatı verenleri de sorgulamak lâzım.

Bu seneki ‘sürpriz kurban kesimi’ Şanlıurfa’da yaşandı. Bir kasap, kaçan boğayı cadde ortasında kesmeye kalkınca insanların tepkisini çeken görüntüler sahnelendi. Sanki bir ‘katil’ gibi, zapt edemediği ‘öküz’ün bileklerine ve boğazına bıçak saplayan kasap, ‘kasap’ olabilir mi? ‘Hayvan’ kesebilmenin şartlarından biri de ‘insan’ olmak değil mi?

Şanlıurfa’da olduğu gibi; kurbanlık hayvanlara eziyet edenlere para cezası vermek tek başına problemi halletmeye yetmez. Elbette böyle insafsızlara mümkün olan en ağır para cezası verilmelidir, ama kalıcı çare için başta ‘kasap’lar olmak üzere bütün insanlara ‘hayvan sevgisi’ni de yerleştirebilmek lâzım.

İnsanların kalbine ‘hayvan sevgisi’ni yerleştirebilmek için, öncelikle ‘insan sevgisi’ yerleştirmek gerektiği de aşikârdır. “En şerefli mahluk” olan insanı sevmeyen ‘kasap’lara, ‘hayvan’ları sevdirmeye çalışmak mümkün değil.

Sevinç günleri olan bayramlarda ‘hayvan’lara bu eziyeti revâ görenler ‘çıldırmış’ olmalı. Eğer böyle ise ‘ceza’dan muaf tutulabilirler!

Geçmiş yıllara nisbetle ‘çirkin görüntüler’de azalma var. Fakat mevcut altyapı ‘kurban bayramı’ için hâlâ yeterli değil. Bu problemlerin sona ermesi için en başta belediyeler olmak üzere devletin bütün birimleri üzerlerine düşen vazifeyi hakkıyla yerine getirmelidirler. “Yılda bir defa”dır diyerek bu konuda yatırım yapmamak, böyle üzücü görüntülerin ortaya çıkmasına sebep oluyor. Hemen her ilde ve ilçede, ihtiyacı karşılayacak sayıda ve büyüklükte ‘kurban kesim yerleri’ hazırlanmış olsa, vatandaş kurbanını sokakta, merdiven altında ya da bodrumunda kesmeye çalışır mıydı? Büyük şehirlerdeki bazı belediyelerin bu konuda örnek alınabilecek çalışmalar yaptığı görülüyor. O halde bu yatırımların bütün Anadolu’ya yayılmasında fayda var.

Hiç değilse bu yılki ‘çirkin’liklerden örnek alıp, ortaya bir güzellik çıkaralım. Önümüzdeki yıllarda benzer hadiselerin meydana gelmemesi için bugünden çalışmaya başlayalım.

Türkiye’yi idare edenlere seslenelim: İslâmın güzelliğini perdeleyen bu görüntülere meydan vermemek için kolları sıvayalım!

30.11.2009

E-Posta: [email protected]



Ahmet ÖZDEMİR

Gökyüzünde bayram mı var?


A+ | A-

Resûl-i Ekrem (asm) Efendimiz, “tefekkür”ün ne kadar önemli olduğunu anlatmak için ibadetle kıyaslamış ve “Bir saat tefekkür, bir sene nafile ibadetten daha hayırlıdır”1 buyurmuşlardır.

Tefekkürde Rabbimizi bize tarif eden üç büyük tarif ediciden biri olan kâinat kitabını okumak vardır.

Bugün birlikte kısa bir tefekkür yapmaya ne dersiniz?

Bir gece yolculuğunda büyük bir şehrin uzaktan ışıl ışıl görüntülerini hatırlayın…

Veya bir bayram gecesi donanmaların geçişini gözünüzün önüne getirin…

Yahut bir şehrâyinde pırıl pırıl donatılmış büyük bir şehrin ışıklar, maytaplar, havai fişekler arasındaki rengârenk manzarasını tasavvur edin…

Bütün bu manzaraları tüm canlılığıyla birden hayalinizde canlandırmak zor mu geliyor? Öyleyse, haydi başınızı yukarı kaldırın, gözünüzü gökyüzüne çevirin. Dikkatlice bakınız:

Bulutsuz bir gecede gök kubbemizin manzarası, herhalde donanmaların resmigeçidinden, büyük bir şehrin şehrâyininden daha az ihtişamlı değildir. Gündüz Güneş sistemimizin komutanı Güneşin ışığı ardında gizlenen muhteşem bir yıldızlar ordusu, akşam olup da şehrâyin vakti geldiğinde teker teker yerlerini alıp gözlerimiz önünde öyle manzaralar çizer, öyle nakışlar gösterir ki, insana kâinatı adeta bir bayram yeri olarak takdim ederler. Belki hayalimizde tasavvur edemeyeceğimiz güzellikleri bir arada görürüz. Tarif etmek için kelimeler bile yetersiz kalır o an.

Üstelik gök kubbemizdeki şehrâyin belli birkaç geceye mahsus da değildir. Milyarlarca yıldan beri her gün, her gece bu muhteşem tablolar semamızda tekrar tekrar gösterilmektedir. Bu tablolarda yer alan sayısız yıldızlar içinde öyleleri var ki, koca güneşimizden binlerce, hatta milyonlarca büyüklüktedir. İnsanlık bu yıldızların sayısını bile hesaplamaktan acizken milyarlarca yıldır devam eden bu şehrâyinlerin masraf ve enerjilerini nasıl hesaplasın?

Bu kadar büyük masraflarla bu kadar büyük işlerin çevrilmesi elbette sahipsiz ve sebepsiz olamaz. Her şeyi hikmetle yaratan Rabbimiz uçsuz bucaksız kâinat denizinde milyarlarca yıldır sürekli devam ettirdiği bu kadar büyük manevraları hiç sebepsiz ve hikmetsiz yapar mı? Her gece gözlerimiz önünde meydana gelen bu büyük ve muhteşem şehrâyin, elbette akıl sahiplerine bir şeyler anlatmaktadır.

Bu sayısız yıldızlar ordusu bize neyi ders veriyor, neyin bayramını yapıyor dersiniz? İnsan olarak bu soruların cevabını araştırmak bizim görevimiz değil midir?

Kâinatı muazzam bir orduya benzetebiliriz. Bu ordu bildiğimiz ordular gibi kolordulara, tümenlere, tugaylara, alaylara, taburlara, bölüklere, takımlara ve mangalara ayrılmıştır. Gökyüzündeki hiçbir cismin kendi başına münferit hareketi söz konusu değildir. Kâinat gerçekten muhteşem bir ordudur. Fakat en muntazam ve en disiplinli bir orduda bile görülebilecek kusurların zerresine kâinat ordusunda rastlamak mümkün değildir. Bir alayda disiplini sağlamak, bir mangada disiplini sağlamaktan daha zordur. Oysa kâinatın hangi tarafına baksak, kanun ve nizamların her yerde büyük bir titizlikle uygulandığını görürüz. Aynı emirle bir gezegen hareket ettiği gibi, kâinat da aynı emirle hareket etmektedir. Meselâ, bir galaksinin durumu, büyük bir çayırda bir çimen yaprağının durumundan farklı değildir.

Kâinattaki kusursuz nizam ve intizam bir tesadüften ibaret olamayacağı gibi, kendi kendine de meydana gelmiş olamaz. Tabiatın yapması, tesadüfün karışması, kendi kendine olması hele hiç mümkün değildir!

İnsanoğlu, kâinatın “nasıl” yaratıldığını öğrenebilmek için merak saikasıyla pek çok paralar ve emekler harcamıştır ve harcamaya da devam etmektedir. Kâinatın “niçin” yaratıldığını öğrenmek için bu emeklerin binde birini olsun harcamak ihtiyacını duymayanların aklına şaşmak gerekir. Çünkü kâinatın niçin yaratıldığı bilinmezse, nasıl yaratıldığını öğrenmek kimseye bir şey kazandırmaz ki! Ancak bir korku, bir dehşet alırsınız herhalde. Sonra korkmaya başlarsınız: Meselâ, Halley kuyruklu yıldızı dünyamıza ne zaman çarpacak veya göktaşı ne zaman başımıza düşecek diye korkular her geçen gün daha da artacaktır. Sonunda hayat çekilmez bir hâl alacaktır.

Peki, insanın yaratılış gayesi nedir?

Dünyaya niçin gönderilmiştir?

Buradaki vazifeleri nelerdir?

Bu soruların cevaplarını düşünmek gerekmez mi?

Kabiliyet ve yetenekleri itibariyle bütün kâinatın üzerine çıkan insanoğlu, bu kabiliyetleri kullanmakta da kâinattan geri kalmamaya çalışmak zorundadır. Hücrelerden yıldızlara nasıl her varlık kendisi için tayin edilen görevi eksiksiz ve kusursuz yapıyorsa, insan da yaratılış gayesini keşfederek görevini yerine getirmeye çalışmakla mükelleftir.2

Öyle değil mi?

Dipnotlar:

1- Bediüzzaman Said Nursi, Kastamonu Lahikası, s. 26, 56

2- Hüseyin Demirkan, Yıldızların Esrarı, Yeni Asya Yayınları, s. 92

30.11.2009

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri



Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdullah ERAÇIKBAŞ

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ahmet ÖZDEMİR

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Gültekin AVCI

  H. Hüseyin KEMAL

  H. İbrahim CAN

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Mehtap YILDIRIM

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Nejat EREN

  Nurullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Osman ZENGİN

  Raşit YÜCEL

  Recep TAŞCI

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Said HAFIZOĞLU

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Umut YAVUZ

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin YAŞAR

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İbrahim KAYGUSUZ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl