Lahika |
Âyet-i Kerime Meâli Bilmez misin ki, göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır? Sizin Allah'tan başka ne bir dostunuz vardır, ne de bir yardımcınız. Bakara Sûresi: 107 |
30.11.2009 |
İnşaallah, âlem-i İslâmın da büyük bir bayramına yetişirsiniz
Aziz, sıddık kardeşlerim, Evvela: Umum Nurcuların mübarek bayramlarını ve haccü’l-ekberde bulunan Nur şakirtleriyle ve hacdaki Nur taraftarlarının bayramlarını tebrik içinde ve çok zamandan beri esaret altında kalmış ve istiklâliyetini kaybetmiş Hindistan, Arabistan gibi âlem-i İslamın büyük memleketleri birer devlet-i İslâmiye şeklinde, Hind’de yüz milyon bir devlet-i İslâmiye, Cava’da elli milyondan ziyade bir devlet-i İslâmiye ve Arabistan’da dört beş hükûmet bir cemâhir-i müttefika gibi Arap birliği ile İslâm birliğini birleştirmesindeki âlem-i İslâmın bu büyük bayramının mukaddemesini tebrik ile bu bayram bize müjde veriyor. Emirdağ Lâhikası, s. 234 *** Aziz, sıddık, sadık, muhlis ve hâlis kardeşlerim ve hemşirelerim, Bütün ruh u canımızla bayramlarınızı, hem bu sene serbestçe hâlisâne hacca gidenlerin bayramlarını, hem bu vatandaki istibdadın kırılmasıyla hürriyet-i şer’iyeye bu milletin mazhariyete başlamasını ve bu milletin bu mânevî bayramını ve âlem-i İslâmın ittifakkârâne intibahlarının mânevî bayramlarını ve Risâle-i Nur’un hakikat-i Kur’âniyeye dair verdikleri haberlerini zamanın tasdik etmelerini ve en geniş bir dairede o mânevî envar-ı Kur’âniyeye, beşer ihtiyacını hissetmesini tebrik ediyoruz. Emirdağ Lâhikası, s. 291 *** Aziz, sıddık kardeşlerim, Rûh u canımızla mübarek bayramınızı tebrik ediyoruz. İnşaallah, âlem-i İslâmın da büyük bir bayramına yetişirsiniz. Cemâhir-i müttefika-i İslâmiyenin kudsî kanun-u esasiyelerinin menbâı olan Kur’ân-ı Hakîm, istikbâle tam hâkim olup, beşeriyete tam bir bayramı getireceğine çok emareler var. Emirdağ Lâhikası, s. 314 *** Aziz, sıddık, fedakâr kardeşlerim, Çok yerlerden telgraf ve mektuplarla bayram tebrikleri aldığım ve çok hasta bulunduğum için, vârislerim olan Medresetü’z-Zehrâ erkânları benim bedelime hem kendilerini, hem o has kardeşlerimizin bayramlarını tebrik etmekle beraber, âlem-i İslâmın büyük bayramının arefesi olan ve şimdilik Asya ve Afrika’da inkişâfa başlayan ve dört yüz milyon Müslümanı birbirine kardeş ve maddî ve mânevî yardımcı yapan İttihâd-ı İslâmın, yeni teşekkül eden İslâmî devletlerde tesise başlamasının ve Kur’ân-ı Hakîmin kudsî kanunlarının o yeni İslâmî devletlerin kanun-u esasîsi olmasından dolayı büyük bayram-ı İslâmiyeyi tebrik ve dinler içinde bütün ahkâm ve hakikatlerini akla ve hüccetlere istinad ettiren Kur’ân-ı Hakîmin, zuhura gelen küfr-ü mutlakı tek başıyla kırmasına çok emareler görülmesi ve beşer istikbalinin de, bu gelen bayramını tebrikle beraber, Medresetü’z-Zehranın ve bütün Nur Talebelerinin hem dâhil, hem hariçte, hem Arapça, hem Türkçe Nurların neşriyâtına çalışmalarını ve dindar Demokratların bir kısm-ı mühimmi Nurların serbestiyetine taraftar çıkmalarını bütün ruh u canımızla tebrik ediyoruz. Bu sene hacıların az olmasına çok esbap varken, 180 binden ziyâde hacıların o kudsî farîzayı ve din-i İslâmın kudsî ve semavî kongresi hükmünde olan bu hacc-ı ekberi büyük bir bayramın arefesi noktasında olarak bütün ruh u canımızla tebrik ediyoruz. Hasta kardeşiniz Said Nursî Emirdağ Lâhikası, s. 336 LÜGATÇE: haccü’l-ekber: En büyük hac. Arefe günü Cumaya denk gelen hac. istiklâliyet: Bağımsızlık. cemâhir-i müttefika: Birleşik cumhuriyetler. mukaddeme: Başlangıç. istibdad: Baskı, diktatörlük. hürriyet-i şer’iye: Şeriatın tarif ettiği hürriyet. ittifakkârâne: Birleşerek, birlik halinde. intibah: Uyanıklık, hassasiyet. envar-ı Kur’âniye: Kur’ân nurları. Cemâhir-i müttefika-i İslâmiye: Birleşik İslâm Cumhuriyetleri. kanun-u esasiye: Anayasa. Medresetü’z-Zehrâ: Bediüzzaman’ın Doğu’da yapılmasını idârecilere teklif ettiği, fen ilimleriyle müsbet ilimlerin birlikte okutulmasını düşündüğü üniversite. inkişâf: Gelişme, açılma, keşfetme. İttihâd-ı İslâm: İslâm birliği. hüccet: Senet, vesika, delil. küfr-ü mutlak: Kesin ve tam bir inkâr. |
Bediuzzaman Said Nursi 30.11.2009 |
Takva ve amel-i salih Risale-i Nur’daki kavramlar (3) “Gerçekten takva sahipleri, Cennetlerde ve pınar başlarındadırlar.” (Zariyat Sûresi: 51/15)
Takva ve amel-i salih. Birbirini tamamlayan iki kelime, ruh ve kalbin terakkîsinde iki esas… Takvanın ‘farzları yapmak ve büyük günahları işlememek’ şeklindeki tanımı oldukça yaygındır. Bu tarz bir tanımlamayı Bediüzzaman Hazretleri Risâle-i Nur’un ‘bir bölümünde’ veriyor. Şimdi kısa bir şekilde “tahliye-i seyyiat”tan (günahları temizlemekten) ibaret olan “takva” kavramını incelemeye koyulalım. Takva, bünyesinde birçok anlamı ifade eden geniş bir kavram. Bunlardan bir tanesi “kesb-i ubudiyet”. Yani ubudiyetin (kulluğun); nefis, ruh, kalp, akıl, lâtifeler, irade vs. gibi insana konulan cihâzâtlarla bütünlük gösteren ifadesi. Zaten takva, ubudiyet kavramı ile birebir alâkadar. Ubudiyetin menfî kısmını teşkil eden mânevî musibetler karşısında Allah’a sığınmak, ancak takva ile mümkün olur. Böylece takva ve amel-i salih kavramlarının birleşmesiyle ubudiyet kavramı inşâ olur. Üçüncü Söz’de geçen ‘silâh’ ile Kastamonu Lâhikası’nda geçen ‘takva kalesi’ benzetmelerini bir arada düşünelim. Böylece takvanın, kişinin kendisini günahlardan sakındıracağı kale vazifesini, gelen günahları def ederek veya öldürerek silâh görevini yaptığını göreceğiz. Bazen günah işlememek, bazen de helâli kullanırken israf etmemek de takva olmuş olur. Yani, takvanın içerisinde de bir takım ‘amel-i saliha’ya şahit oluruz. Bir başka açıdan takva, daha önce hiç yapılmayan bir günahın düşüncesinden kalbi temiz ve uzak tutmak anlamına gelir. Böylelikle kişi, günahı terk etme azmiyle elde ettiği kuvveti, kendisi ile günahların arasına kalkan yapmış olur. Bu tür bir tevbe ve günahı terk etme azmi de, takvanın yapı taşlarından. Son olarak Risâle-i Nur’da gördüğümüz bir satır arası: Üstad Hazretleri, vicdanın anasır-ı erbaası (dört temel unsuru) ve ruhun dört havassı olarak tanımlanan kavramların veriliş gayelerinden söz eder. Bunlar; iradenin ibadetullah, zihnin marifetullah, hissin muhabbetullah ve lâtifenin müşahedetullahtır. Yani her havassın bir doruk noktası vardır. Hedefimiz ise bu mertebeye ulaşabilmektir. Satır arasında kalan kısmı ise, Üstad Hazretlerinin bu mertebelerin birleşmesiyle “takva”nın oluşacağını söylemesidir. Yani buna göre diyebiliriz ki, Üstad Hazretlerinin sürekli olarak söylediği “kebâiri (büyük günahları) terk, farzları edâ” eylemi takvanın ruhsat boyutudur. Çünkü, âhirzamanda takva dairesinde azimete ulaşmak çok zordur. Onun için Üstad’ın “kebâiri terk, farzları edâ” formülü çok büyük önem arz eder. Bu formülle birlikte kişiler; yeis (ümitsizlik) hastalığından kurtarılırken, ‘özenle seçilen’ bu tanım sayesinde azimet dairesine tedrîcî olarak çıkarılır. Çünkü büyük günahlardan çekinen bir insan, zamanla küçük günahlardan da çekinecek hâle gelir. Farzları yapan insan ise, bir müddet sonra diğer salih amelleri de gerçekleştirme azmini içinde bulacaktır. Böylelikle Üstad’ın takva tanımı, ‘salih ameli’ de beraberinde getirmiş olur. *** Diğer bir konu da “takva sahipleri”yle ilgili. Kur’ân-ı Kerim’den öğrendiğimize göre takva sahiplerine ‘müttakî’ deniliyor. Müttakilerin sıfatları ise şu şekilde tanımlanmakta: “İnfak ederler, öfkelerini yutarlar, affedici olurlar, günahtan istiğfar ederler ve yaptıklarında ısrar etmezler.” Aynı zamanda müttakî vasfını alan kişiler, takvanın üç mertebesini de en iyi şekilde deruhte ediyor. Bunlar; şirkten takva, masiyetten (günahlardan) takva (en yaygın kullanılanı) ve masivadan takvadır. Özellikle masiyetten takvayı gerçekleştirirken yapılacak olan sıralamayı unutmamalıyız: “Haramı terk, mekruhları terk, şüphelileri terk ve helâl şeylerin israfını terk”. Eğer biz, gelebilecek zararlı yolları kapamadan sadece ‘amel-i salih’i esas tutarsak—ki günümüz hastalığıdır—kazandığımızdan fazlasını kaybetmeyi de göze alalım. Nitekim bu uygulama hatası “Namaz kılıyor ama…” diye başlayan cümlelerin arkasını da getirecektir. Öyle ise gelin, biz bir an önce, takva kalemizdeki hasarı tamire çalışalım. Duâlarımızla ve müfritane irtibat ile her birimiz diğer bir kardeşimizin “takva kalesine ve siperi”ne kuvvet ve imdat gönderelim. Bunu yapalım ki “İyilik ve takvada yardımlaşın” âyetine lâyık olalım. Bediüzzaman’ın bizi çağırdığı Mekke hayatına bir göz atalım. Günlük Risâle-i Nur okumalarımızla kalbî ve ruhî yaralarımızı tedaviye çalışmayı unutmayalım. Rabbim bizleri ‘O takva sahipleri…’ zümresine dâhil etsin inşaallah.
|
FURKAN DEMİR 30.11.2009 |