Ali FERŞADOĞLU |
|
Deccalizm |
İslâm âlemi ve özellikle Türkiye’nin geri kalmasının temel sebebi, deccalizmin darbesini yemesidir. Deccalizm; öylesine bahsedilip geciştirilecek bir hadise değildir. Hz. Âdem’den (as) kıyâmete kadar bütün kavimlerin Allah’a sığındığı dehşetli inançsızlık, fitne, fesat, ahlâkî dejenerasyon ve dinsizliğin resmen yürütüldüğü bir felâket, bir mânevî taundur. İnsanlığı fıtratından uzaklaştırarak ahlâken de çökerten çeşitli “izm”lerin bir araya gelmesinden hâsıl olan dehşetli bir cereyandır. 19. asırda ortaya çıkan seküler (dindışı) ideolojilerin; kuvvete, kanuna, devlet gücüne dayanarak insanları kendisine benzetmeye çalışmasıdır. Yani, tornadan “tek tip, tek kalıp” vatandaşlar üretmeleridir. Sosyalizm, komünizm, faşizm gibi yerli-yabancı tüm “izm”ler farklı versiyonlarıdır. Bu “izm”ler, Osmanlı’nın son döneminden, yani Tanzimat’tan sonra bu coğrafyaya da hulûl etmeye başlamıştı. Osmanlı’dan sonra Türkiye’de de rejim; “izm”lerin ideolojisine dayanır. Bugün, dünyada 100 buluş yapılıyorsa, 99’u hür/demokratik ülkelerdedir. Zira, burada zihinler hür değil, fikirler hür değil. AB Komisyonu, Ekim 2009’da açıkladığı İlerleme Raporu’nda Türkiye’de ifade özgürlüğünü kısıtlayan birçok kanuni düzenleme bulunduğunu bildirdi. Düşünce ve inanç özgürlüğü yoktur. Vatandaş inancını yaşamak ister; devlet, rejim, sistem ise kovalar. Onlarca yıl, bu kovalamacalarla geçmiştir. Bugün bile durum aynıdır. Takip edelim: Avrupa Birliği (AB) Komisyonu, açıkladığı İlerleme Raporu’nda Türkiye’de ifade özgürlüğünü kısıtlayan birçok kanuni düzenleme bulunduğunu bildirdi. İlerleme Raporunda, “Türkiye’deki yasaların ifade özgürlüğü için yeterli güvence sağlayamadığı ve bunun sonucunda, savcı ve hâkimlerin genelde kısıtlayıcı yorumları tercih ettikleri” dile getirildi. İfade özgürlüğünü kısıtlayan kanunlar arasında şahısları koruma kanunları da bulunmaktadır. Evet gaye, bin yıldan beri İslâm imanı ve kültürüyle yoğrulan toplumu, inançlarından, tarihinden, örf ve geleneklerinden, mânevî ve kültürel değerlerinden sıyırıp dönüştürmek, yeni bir kimlik oluşturmaktı. Bunun için de başta din ve mânevî değerler hedef alındı. Hedef, toplumu bin yıldan beri taşıdığı ve bayraktarlığını yaptığı kimlikten sıyırmak ve ona yeni bir kimlik kazandırmaktı. Dinin rol üstlenmesinin reddedildiği bir düzen içinde, yeni bir kollektif kimlik oluşturmaktı.1 Cumhuriyet, resmen pozitivizmi temel bir ideolojik temel olarak kabul eder. Ve bu sahada da iki karşıt uç gelişti: “Biz, kimliğimizden ne kadar uzaklaşırsak o kadar modern oluruz.” Buna karşı da, “Kimliğimize ne kadar çok sarılırsak ve hiçbir yeniliğe geçit vermezsek, o kadar gelenekçi ve dindar oluruz” diyenler oldu.2 Oysa Türkiye, hem Doğulu, hem Batılı olmak, hem kendisi gibi kalmak, hem de evrenselleşmek zorundaydı.3 Aslında, rejimin temelleri de sakat atılmıştı. “Cumhuriyet”in içi, “hürriyet, adâlet ve demokrasi” ile doldurulması gerekirken, bu isim altında, “sosyalizm ve bolşevizm” prensipleri yerleştirildi. Bunu Bediüzzaman, sosyal feraseti ile keşfederek deşifre eder: “Ehl-i dünya tarafından deniliyor ki: (...) ‘Tam sosyalizm ve bolşevizm düsturları bizim daha ziyâde işimize yaradığı için o sosyalizm düsturlarını kabul ettiğimiz halde, senin vaziyetin bize ağır geliyor. Prensiplerimize muhalif düşüyor...’”4 Özellikle Türkiye, deccalizmin etkisini çokça gösterdiği bir coğrafyadır. İşte bunun için Bediüzzaman, “Hicaz’da da olsam, Türkiye’ye gelmem lâzımdı” der. Çünkü, bütün mesele, deccalizmde düğümlenmektedir. Suyun başı ve vana burada. Tabiat Risâlesi ve 5. Şuâ, deccalizmi yıkma plan ve programıdır.
Dipnotlar:
1-Prof. Dr. Şerif Mardin, Türkiye’de Din ve Siyaset, İletişim, İst., 1998, s. 71.; 2-Mümtaz’er Türköne, Modernleşme, Laiklik ve Demokrasi, s. 9.; 3-Age, s. 29.; 4- Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, s. 174. 10.11.2009 E-Posta: [email protected] [email protected] |