"Hem suçlu, hem de güçlü" olanlar; kendi kabahatlerini örtmek için başkalarını suçlamaya, itham etmeye devam ediyorlar. Kendilerini ülkenin sahibi addeden 'elit' bir kesim, yıllardan beri hem milletin ensesinde 'boza' pişirdiler, hem de her fırsatta milleti ve değerlerini itham ettiler.
"Hayır, etmediler" diyenlere yakın, uzak ve bugünü şahit gösteriyoruz: Seçimler yapılır, milletin seçtiklerini beğenmezler. Daha doğrusu, milletin 'seçme' hakkına saygı göstermezler. Milleti tahkir etmek için yeri gelir 'cahil oy çoğunluğu' derler, yeri gelir 'göbeğini kaşıyan adam' olarak isimlendirirler. Onlara göre bu millet, 'elit' kesimin arzu ve isteklerine göre davranırsa ancak 'adam' olur. Öyle ki, milletin sadece siyasî tercihlerine değil, bayramından seyranına kadar her şeyine müdahale ederler ve bu müdahaleyi de kendilerince 'hak' olarak görürler.
İçlerinden bazı 'insaflı'lar çıkıp, geçmişte "milletin inancına ve değerlerine müdahale edilmiştir" diye gizlenen 'sır'ları açıklayınca da vaveyla ile 'isyan' ederler.
Geçmişe 'mazi' diyerek bir yana bırakmak mümkün olsa bile, bugünkü 'baskı'ları da mı inkâr edelim? Başörtüsü yasağı 'baskı'nın dik âlâsı değil mi? Namaz kılmak isteyen memur ya da öğrencilere 'yan gözle bakmak' da farklı bir baskı değil midir? Bir hareketin 'baskı' olarak görülmesi için illâ ki üzerinde 'Bu bir baskıdır' mı yazmalı?
Tarihimiz, azalarak bu günlere kadar ulaşan 'tek parti devri baskıları' ile doludur. Bu milletin ezanına, okuduğu Kur'ân'ına, giydiği elbisesine (ya da giymek istemediği-şapka gibi-kıyafetlerle) müdahale edilmemiş midir? "Allahü ekber!" nidaları yerine "Tanrı uludur!" demeye mecbur etmek 'baskı' değil midir? Kur'ân okuma ve öğrenmeyi yasaklamak 'baskı' değil midir? 1950 öncesi yaşanan 'baskı'ların şahitleri hâlâ hayattadır. "Hayır, bunlar olmadı" demekle kimi inandırabilirsiniz? İnsanlar unutuyor, ama 'tek parti devri baskıları' hâlâ unutulmadı, çünkü iz bırakan baskılardı!
Sosyoloji profesörü Nur Vergin'in "Geçmiş yıllarda evimizde bir mevlid okutmak istedik, ama çevre, eş-dost ne der, yanlış anlaşılırız diye çekindik" şeklinde özetlenebilecek şekilde konuşması ve bu tavrı bir 'baskı' olarak yorumlaması (Vatan, 1 Ocak 2008) üzerine; bu tesbite karşı çıkan ve "Hayır, böyle baskılar olmamıştır, bunlar iftira" anlamına gelebilecek değerlendirmeler okuduk. (Hürriyet, 2 Ocak 2008)
Toplum, bu ve benzeri 'gizli/açık mahalle baskıları'na şahittir. 'Moda'ya ve 'aydın' olmaya mâni olur diye Kur'ân'dan uzaklaşan 'cahil'lerin sayısı az mı? Bilhassa son yıllarda düzenlenen ve memurların 'eşleri ile katılması' istenen partiler de bir nevî baskı değil mi? Bu baskılar sebebiyle "Başörtülü birisiyle evlenirsem, istikbalim kararır" diyerek, kendilerini bekârlığa mahkûm eden 'memur'lar yok mudur? 'Baskı'lara boyun eğip böyle yapmak elbette yanlıştır, ama bunlar da bir vak'adır.
'Yetki'yi milletten almayan bir azınlık, yıllardan beri millete çeşitli vesilelerle maddî ve mânevî baskı uygulamıştır. Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aytekin Sır'ın da beyanıyla "Artık millet uyandı"ysa (Yeni Asya, 2 Ocak 2008) bu 'baskı'lar da inşallah sona erecek demektir.
04.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|