İngiliz esirler ülkelerine teslim edildi ama onlar üzerinden yürütülen propoganda savaşı bütün hızıyla ve bütün cephelerde sürüyor. Bu propoganda savaşanın asıl hedefi Arap ve Sünni kitleler. Kısaca, birçoklarının dediği gibi Amerika gibi İran da Sünnilere oynuyor. İran halkının böyle bir propogandaya ihtiyacı yok. Belki de İran yöneticileri haklı olarak İran halkına İran propogandasını yararlı ve prağmatik görmedikleri içirn propoganda makinasını Sünnilere yöneltmiş durumdalar. Buna mukabil, ilk günden beri ‘tilkiler dansı’nın birincil hedefi Sünni kesimler ve İslâm dünyası olmuştur.
İngiliz esirleri meselesi ikinci bir ‘Hizbullah zaferi’ olmuştur. Bilindiği gibi bu ‘zafer’den sonra Şii propopogandası ve teşeyyü dalgaları daha etkili olmaya başlamıştı. El Kuds el Arabi veya Şarku’l Avsat gibi gazeteler Filistin’de bazı imamların Şiiliği seçtiğini ve buna ilaveten Şam’da da kitleler halinde teşeyyü hadiselerine rastlandığını duyurmuşlardı. İsrail’e yönelik bu başarıların meyvaları ‘Sünni dünya’da devşiriliyordu. Şimdi son ‘tilkiler dansı’nda da aynı şeyler yaşanıyor. Gerçekten de İran’ın manevraları İngiltere’yi bastırdı. İranlıların deyimiyle eski tilki mağlup oldu. Irak nefesini kesti. Çaylak İngiliz askerleri de bunun malzemesi oldu. Bundan dolayı Hürriyet gazetesinin de bir haberinde dikkat çektiği gibi İngiliz esirlerle ilgili haberler ve görüntüler İran’ın El Cezire’ye mumasil olarak kurduğu ve Arap dünyasına yönelik olarak yayın yapan el Alem Kanalı’nda vizyona sokuldu. Propogandanın hedefie Arap ve İslâm alemiydi. İran’ın açıklamaları son sıralarda propoganda savaşını akıl almaz boyutlara taşıdığını gösteriyor. Sözgelimi, İngiliz esirlerin Bağdat’ta kaçırıldıktan sonra serbest bırakılan İranlı diplomatla takas edilip edilmediği sorularını cevaplandıran Nejad, İranlı bir diplomatın yüz bin İngilize bedel olduğunu söylemiştir. Keza İngiliz esir askerlerin ülkelerine döndükten sonra zorbalık sonucu olarak İran karasularında olduklarını itiraf ettiklerini ifade etmeleri propoganda savaşını daha da kızıştırmıştır.
Buna karşı bir atakla İngiliz askerlerinin yeni açıklamalarının muvazaa mahsülü ve mizansen ürünü diyen İran yönetimi daha da ileri giderek bir İranlı askerin (tek başına bir botu nasıl kullanıyorduysa?) 15 İngiliz askerin botuna çarptığını ve o haliyle onları gafil avladığını ve 15 İngiliz askerini esir aldığını söylemiştir. Sanki mübarek modern Battal Gazi. Sanki İran bu senaryo ile birlikte ‘300 İspartalı asker İran’a karşı’ filminin rövanşını da almıştır. Ama bu propoganda savaşında güme giden hakikatlar. Bizi ilgilendiren propoganda değil gerçekler ve propogandanın muhatabı olan kitlelerdir.
***
Maalesef bu konularda İran meharetini sergilese de inandırıcı olamamaktadır. Şu bir gerçek ki takiyye teknikleri İran’ı bu propoganda alanında epeyi mahir yapmışsa da inandırıcı kılamamıştır. Bu anlamda, kimilerine göre İran propogandasına kapılanlar ya hakidlar/kindarlar ya da safdiller ve safderunlardır. Takiyye populizmin ve prağmatizmin aracı ve bineği haline gelmiştir. Burada bizim için önemli olan İran-İngiliz propoganda savaşının Sünni dünyayı hedefine almış olması ve manipüle etme ihtimalidir. Bu İran’ı haksız bir rekabetle güçlendirmekte ve kitleleri bialigned/Bush-Nejad ikilemine yani ikili tarafgirlik seçeneğine mahkum etmektedir.
Arap dahilerinden sayılan Amr Ebni’l As’ın Muaviye Bin Ebi Süfyan’a rol dağılımı teklifini de hatırlatmaktadır. Burada İngiliz askerleri malzeme İslâm alemi ise hedeftir. Yalanın veya propogandanın ipi kısadır ve sonuçta bumerang gibi geri dönüp sahiplerini vurursa da bunun herkese ağır bedelleri var. Kalıcı olmasa da geçici büyük gaileler ve hasar açıyor. Ve bunun kalıcı tortuları da oluyor. Kitlelerin savruldukları bu tarafgirlik politikası İran propogandalarına dönük olarak tedbir alınmasını zorlaştırıyor ve bu da, tehlikeyi büyütüyor. Mart-Nisan 2007’de Mısır’ı ziyaret eden ve daha önce Necdet Sezer’le olduğu gibi Mübarek’le görüşen Hatemi burada El Ahram gazetesine Sünni-Şii meselesiyle ilgili bir değerlendirmede bulunmuş ve iğfal edici nitelikte ifadeler kullanmıştır. Hatemi bütün meselenin ve temel meselenin işgal olduğunu söylemiş. Bunu temel nedenden ziyade başlangıç nedeni olarak görmek daha doğru olur. Burda karşımıza iki temel problem çıkıyor. Birisi işgal diğeri de işgalden yararlanmak isteyenler. İşgalciler ve işgalden yararlanmak isteyenler de bellidir. İşgalden yararlananlar Iraklı Kürtler ile Şiiler olmuştur. İktidarı tekellerine almaları ve paylaşmaya yanaşmamaları da bunu göstermektedir. Bu bile yetmiyor ve kimi işgalcilerin de tasvipleri doğrultusunda Kürt tarafı (onlar önce teorik olarak bağımsızlık hakkı istiyor) ile Şii tarafından Hekim gibi zevat daha da öteye federalizmi savunuyorlar.
***
İngiliz esir krizinden sonra İranlı liderler yeniden propoganda atağına geçmişlerdir. Hiç kimsenin reddedemeyeceği İslâm birliği vizyonunu kendi zaviyelerinden takdim etmeye çalışmaktadırlar. Bu sözler Hazreti Ali’nin ‘kelimetü hakkin üride biha’l batil’ dediği gibidir. Hak sözün manipülatif amaçlar doğrultusunda kullanılmasına girer. İslâm birliği politikası umumi maslahatı esas alır. Hegemonyaya karşı hegemonya yaklaşımını benimsemez. Bu anlamda Rehber Hameney hegemonik cephenin Müslümanlar arasında dini ve ırki uyumsuzluğu ve serkeşliği artırmak istediğini ifade etmektedir. Bu aynen Hatemi’nin sözleri gibidir. Elbette bir yüzü doğrudur ama öteki yüzünde manipülasyon veya istismar vardır. Umumi maslahatı gözönüne almak haddini bilmek ve orada durmaktır. Bu bağlamda, Hamaney 2007’yi milli birlik ve İslâmi dayanışma yılı ilan ettiklerini duyurmuştur. Yanlış anlama, saplantı, yanlış yorumlama ve birbirinin inancına olan yabancılık, husumetin dayanışmanın önündeki engeller olduğunu söylemiştir.
İslam ile müstekbir ve hegemodnik cephe arasındaki cepheleşme Şii-Sünni farkı gözetmez. Bu bağlamda, Müslümlanların etnik ve dini ihtilaflardan sakınmalarını ve düşmanlarını tanımalarını istemiştir. Ama Kardavi’den Fehmi Huveydi’ye kadar bu bağlamda Irak’ta görev İran’a düşmekte ve bu bağlamda iyi niyetini ispata davetlidir.
08.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|