2 Nisan, 3 Nisan günleri Nur Talebelerinin ahirete intikal tarihleri oldu.
2 Nisan 1971 Zübeyir Gündüzalp Ağabey, 3 Nisan 1977 Tahiri Mutlu Ağabey Hakka yürüdüler.
3 Nisan 2007’de ise Mehmet Birinci Ağabey Hakka yürüdü.
Bu bir nurânî silsilenin ıttıradına (devamlılığına) işaret eden dikkat çekici bir haldir diye düşünüyorum.
Birinci Ağabeyi, ilk olarak seksenli yılların başında tanımıştım. Daha sonra da sık sık Antalya’ya gelir, gazete temsilcisi arkadaşımızın evinde kalırdı. O mikrofonik ve net sesiyle çok güzel dersler okurdu. Onun hakkında hayalimde kalan portreler şunlar:
Çok ciddî ve vakur bir duruş.
Allah vergisi sesiyle okuduğu etkileyici ve tesirli dersler. Dâvâsından taviz vermeyen bir metanet kahramanı.
Namazı vaktinde kılmayı her şeyin önüne geçiren bir dikkat ve ihlâs abidesi.
Zamanını hiç boşa geçirmeyen, müdakkik, gayretli ve sabırlı bir hizmet eri.
Sünnete uymada azamî gayret gösteren, Resûlullaha hakikî ümmet olmaya çalışan bir fedakâr!
İki yıl önce Malatya’da iki gün beraber olmuştuk. Elazığ’a grup halinde derse ve ziyarete gittik. Hulusi Ağabeyin mezarı başında Yasin-i Şerif bana okutturmuştu. O civarda kaldığı müddet zarfında Risâle-i Nur’u okuyan ve tatbik eden haliyle çok güzel örnek olmuş ve oradaki cemaati bu yönde çok etkilemişti.
Aynı sene içerisinde İstanbul’da uzun müddet kaldığı Nurtaşı’nda, Üstad ve hizmetlerle ilgili görüntülü hatıralarını almaya gittiğimde beni çok etkileyen bir görüntü ile karşılaşmıştım. Kapı açıldıktan sonra bodrum katta olduğunu öğrendiğim merhum Birinci Ağabey, orada mutfakta yerde oturmuş bir şeyler yiyordu. Selâm verdikten sonra ne yaptığını sorunca beni donduran şu ifadeleri kullanıştı: “Sünneti tatbik ediyorum. Sirkeyle ekmek yiyorum!” Evet mutfakta yiyecek başka şeyler vardı. Ama o “sünnete” uyarak sirke ekmek yiyordu. Çok etkilenmiştim.
Daha sonra yukarı odasına çıktık ve o meşhur ciddiyeti ve samimiyetiyle Üstadı nasıl gördüğüne, hizmeti nasıl tanıdığına ait sorularıma uzun uzun cevaplar vermişti.
En son görüşmemiz ise 25-26 Kasım 2006 tarihlerinde Denizli Mevlidi esnasında olmuştu.
Muhterem Mehmet Fırıncı Ağabey ile beraber gelmişler ve o akşam oradakiler namına benim tevcih ettiğim soruları beraberce cevaplandırmışlardı.
İşte merhum Mehmet Birinci Ağabeyin o günkü anlattıklarından bazı hatıralar:
“Üstad; beni övmek, bana tokat vurmak gibidir” derdi.
“Üstad; namaz vakitlerinde, ezan vakti girmeden yarım saat önce abdest alır. Derin derin tefekküre dalardı. Bunu Sungur Ağabeyden duydum. Onun için kardeşlerim, namazları mutlaka vaktinde kılalım.”
“1952 yılında Üstad; Fırıncı Ağabeyin evinde Şeyh Sanan tepesi hadisesini anlatıyor. Ve arkasından da; ‘Sungur’u Tiflis’e göndereceğim’ diyor. Muhsin Alev Ağabey de orada. O da, ‘Keşke beni gönderse’ diye içinden geçiriyor. O sırada Üstad: ‘Yüksek sesle! Hayır seni değil Sungur’u göndereceğim!’ diyor. Hakikaten, sonra Sungur Ağabey oraya gitti ve dershane açmak ona nasip oldu.”
“Üstad zamanında biz dakikanın hesabını verirdik. ‘Eminönü’nden Beyazıt’a giderken, bu kadar dakikada ne yaptın?’ diye muaheze edilirdik.”
“Zübeyir Ağabey, Üstad’la bir geziye giderken gür çıkmış buğday başaklarını görünce ‘Bunlardan ne güzel ekmek olur!’ diye düşünüyor. O sırada Üstad: ‘Ekmek sizin olsun tefekkürü bana yeter!’ diyor.”
“1953 yılında ecnebi bir filozof, İstanbul’da verdiği bir konferansında ‘seb’a semâvât’ (yedi kat gökler) âyetini inkâr ediyor. Ziya ve Muhsin Ağabeyler de o konferansı dinlemişler. Üstad bunu duyunca: ‘Onlar niye o filozofa cevap vermediler? Risâle-i Nur’da bunlar var’ diyor. Ardından hemen bu konuyla ilgili bahsi tab edip dağıtıyor. O filozof bu dağıtılan bahisleri okuyunca hemen Türkiye’yi terk ediyor.”
“Zübeyir Ağabey, sağlığında, Papa’nın Türkiye’yi ziyaretinde İttihat gazetesinin sürmanşetine: ‘Sizinle bizim aramızda müşterek olan şey haktır’ âyetini koydurarak bir tavır alıyor”
“Eşref Edip; ‘Biz 1925 yıllarında kalemleri kırdık, kenara çekildik. Üstad ise, kalemi kırmadı. Hizmete devam etti. 1950’den sonra biz de muhafazadan çıktık’ derdi.”
Şimdi o Rahman olan Allah’ın gayb âlemlerinde, sünnetine ittiba ettiği Peygamberine, hayatını dâvâsına feda ettiği Üstadına kavuştu. Aynı safta dâvâsına devam ettiği Zübeyir, Tahirî, Bekir Ağabeylerinin kollarında, kucaklarında Eyüp Sultan’ın himmet ve şefaatiyle haşrin sabahını bekleme salonuna gitti. Ruhu şâd olsun, makamı Cennet olsun. (Âmin)
Daha uzun hatıraları ileriki zamanlara bırakarak şimdilik bu kadarla yetinelim. Nurun bu büyük ve fedakâr kahramanına Allah’tan rahmet, yakınlarına da başsağlığı ve sabır diliyorum. Fatihalarımızı da eksik etmeyelim.
07.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|