İnsan, olgunlaşıp, bazı gerçeklerle yüzleşince, geçmişteki hayatında yapmış olduğu bazı yanlışlıkların da farkına varıyor. Her ne kadar düşünce ve yaşantısıyla geçmişte bazı konularda doğru hareket etmediğinin farkına varma durumu herkeste meydana gelebiliyorsa da, bu durumun bizim ülkemizde daha fazla yaşandığını söylemek mümkündür sanırım. Çünkü bizde devleti kutsayan bir zihniyet bulunmakta ve bu zihniyet yediden yetmişe bütün insanlarımıza empoze edilmiş ve edilmeye de devam edilmektedir.
Bilhassa eğitim sistemimizde, devlet için her şeyin feda edilebileceği düşüncesi bir politika olarak yer almaktadır. “Devletin bekası” söz konusu olduğu zaman adeta akan sular durmaktadır. Elbette devlet bütün insanların hayatında önemli yer tutmaktadır. Ancak bu durum devlet adına yapılan yanlışların kayıtsız şartsız kabul edilmesini gerektirmemelidir.
Hak ve hukuk çerçevesinde insanları yönetme gayreti içinde olan hiçbir devlet mekanizması aklı başında olan insanlar tarafından reddedilemez. İnsanlar için böyle bir oluşum da gereklidir. Aksi takdirde güçlü olan zayıfı ezer ve ezilen kimseler de hukuku için müracaat edecek bir merci bulamaz.
Demek ki içinde yaşadığımız ve vatan edindiğimiz topraklar üzerinde âdil bir yönetimin olması, dünya ve hatta ahiret hayatımız için de gereklidir. Anarşi ve terörün masum insanlara yaptıkları haksızlığı başka türlü gidermenin de imkânı bulunmamaktadır. İşte böyle adil bir yönetime sahip olan bir devlet için insanın rahatını ve huzurunu feda etmesi ve devamı için bir şeyler yapması elbette doğrudur. Ancak insan böyle bir oluşum için başkasının hukukuna tecavüz ederek katkıda bulunma yoluna giderse, o zaman bazı zalimane uygulamaların meydana gelmesi kaçınılmaz olur.
Belki insan kutsal bildiği bazı değerler için kendini feda etme hakkına sahip olabilir, ama hiç kimse başkasını zorla bir şey için feda ettirme hakkına sahip değildir. Böyle olursa zulüm işlenmiş olur. İnsanların hak ve hukuku her şeyin önünde yer almalıdır. Zaten insanlarını huzur içinde hak ve hukuklarına sahip olarak yaşatamayan devletlerin de devamları pek mümkün olmamaktadır.
Devletlerin insanlar için var olduğunu, masum bir insanı öldürmenin bütün âlemi öldürmek olduğunu İslâm inancımızdan öğreniyoruz. İnsanın hak ve hukukunu temin etmeyen bir devletin kutsal olarak telâkki edilmesi mümkün değildir. Adına zulümler işlenen bir devletten yana olmak zulme ortak olmak demektir. Böyle bir vebalin altına hiçbir Müslüman girmek istemez sanırım.
Bilhassa “Birisinin hatasıyla başkası mesul olamaz” meâlindeki âyet-i kerime bize insanların hak ve hukuku konusunda çok dikkatli olmamız gerektiğini hatırlatmaktadır. Yine Rabbimizin “Kul hakkıyla huzuruma gelmeyin” dediğini, Rabbimizin kul hakkı dışında insanların bütün günahlarını affedeceğini, ancak kul hakkının mutlaka kişilerden tahsil edileceğini Peygamber Efendimizin (asm) hadislerinden öğrenmekteyiz.
Geçmişte memleketimizde siyasî hayatta yaşanan bazı gelişmeler, ne yazık ki farkında olmadan çoğumuzu adeta devletçi konumuna düşürmüştü. Zihnimizi yoklarsak bir çok konuda resmî söylemlerin etkisi altında kaldığımızı hatırlarız. Çünkü karşımızda olup, inançlarımıza düşmanlık besleyen bazı insanlar devlet düşmanlığı yapmaktaydı.
Bazılarımız, tahripkâr devlet düşmanlarına tepki olarak devletçilik konusunda bazı hallerde ileri gitmiş olabiliriz belki. Oysa burada denge sağlanmalıydı. Evet haksız ve tahripkâr bir şekilde devlet mekanizmasına karşı çıkan insanların yaptıklarını tasvip etmeyecektik, ancak devlet adına işlenmiş olan yanlışların da yanında olmayacak, hiç kimseyi birazcık da olsa hak ihlâli konusunda mazur görmeyecektik.
“Hakkın hatırı âlîdir, hiçbir hatıra feda edilmez” düsturu bizlere, özellikle güç dengelerini göz önünde bulundurarak bir kısım haksızlıkları normal görme hakkına sahip olmadığımızı hatırlatmaktadır. Elhâsıl doğru ve hak olan, kimden gelirse gelsin kabulümüz olmalı, yanlış ve haksızlık da kimden gelirse gelsin menfûrümüz olmalıdır. Bizler kişilere göre değil, fikirlere göre hareket etmek zorundayız.
03.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|