Şüphesiz “ticaret” denince aklımıza ilk gelen, dünya mallarıyla ile ilgili alış verişlerdir. İnsanların rızıklarını kazanmak, geçimlerini sağlayıp başkalarına muhtaç olmadan hayatını sürdürmek için yaptıkları ticaret, sosyal hayatımız için önem arz etmektedir. Bu sebepledir ki Peygamber Efendimizin (asm) “Rızkın onda dokuzu ticarettedir” mânâsına gelen hadis-i şerifini duymayanımız yoktur.
Yine insanların sosyal hayatı için gerekli olan ticaretin kuralları, dinimiz İslâm tarafından vaz’ edilmiştir. Bir Müslüman, ticaret yapacaksa İslamın ticarî kurallarını iyi bilmesi gerekir. İslâm ticarette her zaman dürüstlüğü tavsiye ve emretmektedir. Hatta ticaret için tartı ve ölçüde hileye başvuran ve Peygamber Şuayb’ın (as) ikazlarını önemsemeyip bildikleri şekilde hareket eden Medyen halkına Allah’ın azabı bu dünyada isabet etmiş ve yok olmuşlardır.
Hz. Şuayb (as), tartı ve ölçüde hileyi kendilerine meslek edinen ve Allah’a iman etmeye yanaşmayan Medyen halkına şöyle demişti: “Ey kavmim, ölçüyü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Halkın malından hiçbir şeyi eksiltmeyin. Fesat çıkararak yeryüzünü karıştırmayın.” (Hud Sûresi, 85) Ancak Allah’ın bu peygamberine kulak asmayan Medyen halkı korkunç bir sayha ile helâk oldular.
Hz. Şuayb (as) kıssasından da anlaşılacağı gibi, dünyevî ticaretin uhrevî ticareti ilgilendiren önemli yönleri bulunmaktadır. Dürüst bir şekilde yapılan maddî ticaret insanın ahiretinin de şenlenmesine sebep olacaktır. Aksine insanların kandırılması ve hile üzerine yapılan bir ticaret, hem dünyada kayıplara yol açmakta hem de ahirette büyük azapların görülmesine sebep olmaktadır.
Mesleği ticaret olan, yani ticaret vasıtasıyla geçimini temin eden Müslümanların önünde Cennet hayatını kazanmak için büyük bir fırsat bulunmaktadır. Dürüstlük ve doğruluk çerçevesi içinde kazanılan parayla insanın hem kendi geçimini sağlaması, hem de onunla Allah rızası için tasaddukta bulunması büyük bir hazine nev'îndendir. Bu durum hem Allah’ın rızasına sebep olur, hem de ihtiyacı olan insanların teveccühü ve duâsına yol açar. Böyle bir durumda insanın hem dünyası mamur olmakta, hem de ahireti nur deryasına bürünmektedir.
Ancak ticarette hile ve hurdayı seçen insanların vebâli de büyük olacaktır. Bunlar hem dünya hayatında keşmekeşlerin müsebbibi olmakta, hem de âhiret hayatlarını karartmaktadırlar. Böylece bu durum, hem maddî, hem de manevî ticarette insanı müflis bir duruma sokmaktadır.
Dünyada ticaret yerine ziraat veya memuriyet ile geçimlerini temin eden insanların ticarî faaliyetleri bir cihetle olabilmektedir. O da manevî ticarettir. Bütün insanlar için, bilhassa biz Müslümanlar için manevî ticaretin hayatımızda büyük yeri olmalıdır.
Büyük mutasavvıf Niyazî-i Mısrî’nin “Bir ticaret yapmadım, nakd-i ömür oldu heba” mısrâına masadak olmamak için ve ömür dakikalarımızın heba olmaması için manevî ticaretimizin yeterli olup olmadığı üzerinde kafa yormamız gerekmektedir.
Ömür sel gibi akıp geçmektedir. Her geçen zaman bizim için bir kayıptır. Geride bıraktığımız yıllarımızda iyi bir ticaret yapmadığımız gerçeğini inkâr edemeyeceğimize göre, o zaman gelecek günleri nasıl bir şekilde değerlendirmemiz gerektiği konusuna eğilmemiz gerekmektedir.
Allah’ın rızasını kazanmak için mutlaka bir şeyler yapmamız gerektiğine kendimizi ciddi bir şekilde inandırmamız gerekmektedir. Ölüm meleğinin ne zaman kapımızı çalacağını bilmemekteyiz. Bu misafir her an bizi ziyaret edip, emaneti alabilir.
Bir de bakmışız ki, dünyamıza da pek yaramayan dünyevî zenginliklerimiz gerimizde kalmıştır. Sadece bir bez parçasıyla gerçekler âlemine adım atacağımız herkesin malûmu. Bizleri terk etmekle kalmayan dünya malı, altından kalkamayacağımız günah yüklerini sırtımıza yükleyecektir. Bütün bu gerçeklere rağmen bizler halen ebedî hayatı bize kazandıracak manevî ticarete gereken ehemmiyeti vermemişiz. Gaflet ki ne gaflet...
19.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|