Bediüzzaman Haftası başladı. Bu hafta içinde düzenlenecek faaliyetlerle Bediüzzaman ve onu zamanın bedii yapan Risale-i Nur’a daha fazla dikkat çekilecek ve hayatımızdaki önemine vurgu yapılacak. Bu sene ‘Bediüzzaman Haftası’nın ana teması sevgi şeklinde belirlenmiş. Çok da isabetli ve günümüz dünyasının ihtiyaçları ile uyumlu bir seçim.
Bu gün gerçekten insanlığın en çok ihtiyaç duyduğu şey sevgi. Ahlâklı bir sevgi. Menfaat için olmayan, kalbin derinliklerinden gelen ve hiçbir karşılık beklemeyen. Bu ancak ilâhî kaynaklı ve kâinatın bütününü kuşatmış olan nur-u Muhammedî (a.s.m.) ile irtibatının farkında bir idrak ile ancak mümkün olabilir. Bediüzzaman ve Risâle-i Nur’un hayatımıza getirdiği en önemli güzelliklerden biri bu bağlantı olmalı. Bu bağlantıya tüm dünya insanlığının ihtiyacı var. Bir gün Kur’ân’ın asra yansıyan bu sevgi dili muhakkak insanlığa mal olacak ve yeryüzüne hakim olacak.
Bütün irade ve işleyişlerin içinde dünyanın istikrarlı bir şekilde gelişen ve bütünleşen bir yapısı var. “Medeniyetler çatışması,” “Tarihin sonu,” “Medeniyetler arası diyalog” gibi tezler gündeme getirilirken, insanlık âleminin derinlerinde bir bütünleşme sürecinin yaşandığı gözleniyor. Yeni dönemde ırk, coğrafya, din, dil birliği gibi özellikleri ile tanımlanan milletlerle şekillenmiş kimlikler yerine insanların birer fert olarak değer kabul edildiği ve insanî değerlerin daha ön plana çıktığı dönemlere doğru gidiliyor. Artık dostluklar ve düşmanlıklar sadece mensubiyetler ve taraftarlıklarla değil, topyekûn insanlığın sahip olduğu değerler ve değer yargıları etrafında şekillenmektedir.
Özellikle, dünyada kargaşa çıkarmak ve bir satranç oyunundakine benzer hesaplarla insanlığı yönlendirmek amaçlı girişimler bu hesapların hedefinden çok insanlığın derin gelişimine hizmet eder hale gelmiştir. Meselâ, 11 Eylül dünyaya hakim güçlerin hesapladığı gelişmelerden çok, dünyanın genelinde insanlığı arayan, fazilet ve ahlâk gibi değerler etrafında birleşmiş ve zulme ya da emperyalizme karşı ve dünyanın her tarafına yayılmış bir topluluk bulunduğunu ortaya çıkardı. Dünyanın çeşitli yerlerinde farklı dinlere, farklı ırklara, farklı kültürlere, farklı coğrafyalara mensup milyonlarca insan aynı doğrular etrafında bir araya geldiler. Bu durum benlik ve ırkçılık ile oluşturulmuş ulusların kalın duvarlarla birbirine kapatılmış uluslar düzeninin yerini, temel insanî değerler etrafında birleşmiş ve dış görünüşte farklılıklar olsa bile daha derinlerde bütünleşmiş bir beşer tabakalarının aldığına da işaret ediyordu.
Garip bir şekilde, birbirleri ile savaşsalar bile Amerikan devlet başkanı ve eski Irak liderinin bir arada bulunduğu ve insanlık ağacında felsefe dalının uzantısı olan; benlik, hakimiyet, kuvvet, sahiplenmek ve hükmetmek gibi ırkçı ve yayılmacı zihniyetin şekillendirdiği bir beşer tabakası oluşmuştu. Diğer taraftan aynı ağacın nübüvvet tarafında yer alan bilerek ya da bilmeyerek heva yerine Hüda’ya tabi olmuş ve insanı insan yapan erdemleri, ırk, coğrafya ve kültürlerden bağımsız olarak ön planda tutan bir beşer tabakası da hem Irak’da hem Amerika’da hem de dünyanın bütün ülkelerinde bir tabakanın uzantıları şeklinde bulunmaktaydılar. Bunları birbirlerinden haberdar olmadıkları halde bir araya getiren ve hiçbir kulis faaliyeti, propaganda veya başka siyasî girişimler olmaksızın aynı ortak noktada birleştiren özlerinde, ruhlarında ve belkide kısmen genlerinde var olan hakka taraftarlık olmalıydı.
Zaman ve şartlar, yaşadığımız olaylar devletler ve milletler şeklinde ve her iki tarafın da çoğunlukla hevaya tabi olduğu ve benlik ya da ırkçılık kavgası şeklinde yürüttüğü harplerin yerini insanlık tabakalarının, hakkın ve batılın yanında yer alanların mücadelesinin alacağını göstermektedir. Bu dönemden sonra özellikle hakkın ve Hüda’nın tarafında yer alanların bu tabakalaşmanın hızlanması ve belirginleşmesi yönünde gayret sarf etmesi gerekmektedir. “Benim ülkemin ve benim insanımın tavrı doğru, diğer ülkelerin tavrı yanlıştır” gibi siyasî ve tarafgir kabullerin yerini “doğruya ve hakka nereden ve kimden gelirse gelsin taraftar olmak” şeklinde bir anlayış almalıdır. Bu dönemden sonra biz dediğimizde Türkiye, Amerika, İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan, İran, Irak, Gana, Japonya, Malezya,... kısacası bütün dünyada hakkın yanında ve zulmün karşısında yer alan, insanı insan yapan değerleri hayata hakim kılmaya çalışan herkes anlaşılmalıdır. Bu anlayışın karşısında ve hevaya tabi olan herkes Türk, Kürt, İngiliz, Fransız, Amerikalı,... Hangi coğrafî tanımdan olursa olsun kimliği ister Müslüman, ister Hıristiyan, ister Musevi, isterse ateist olsun vahye dayalı dinlerin özellikle de İslâmın hakim kılmaya çalıştığı insanlıktan uzak ve ‘ötekiler’ şeklinde tanımlanması gerekmektedir. Dünyanın ve insanlığın gidişi bu yöndedir ve dünya genelinde diyalog arayışı içindeki sivil güçlerin ön planda tuttuğu ana değer insanlık olmalıdır. Bu gün dünyaya anlatılacak İslâm da “hakikî insaniyet olan İslâmiyet” tanımı etrafında şekillenmiş olarak sunulmalıdır.
Risâle-i Nur’un ön plana çıkarma gayretinde olduğu hakikî insaniyet olan İslâmiyet, dünyanın çıkış yoludur. Bu, bütün insanlığın ortak dilidir ve ruhunu sevgi oluşturmaktadır. Bu sevgi haftasındaki faaliyetlerin insanlık âleminde sevginin hakim olması ve gerçek insanlık olan İslâmiyet etrafında bütün insanların halka olması için bir duâ olmasını niyaz ediyorum.
Nurlar ve barışın dili olsun ve nur-u Muhammedî’nin (a.s.m.) sıcaklığı bütün kalpleri ısıtsın ve bütün kin, nefret, haset, hırs gibi insanlığı yiyip bitiren duyguları eritsin. Yeryüzünde muhabbet, manevî bir güneş gibi her tarafı ve bütün kalpleri ısıtsın ve aydınlatsın. İnşaallah atılan sevgi tohumları cennet gibi bir bahara dönüşüp yeryüzünde yeşersin ve en güzel meyvelerini versin.
19.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|