Türk arkadaşların varlığı gurbette aile sıcaklığını aratmayacak türden. Bu sebeple çok şanslıyız. Yalnız yine de aynı duvarı paylaşan komşular olmaktan çekiniyoruz. Evde Türkçe konuşulacağı için anlaşılmasın istiyoruz söylediklerimiz.
Türkiye’den bakılınca bu durum çok komik görünebilir. Alternatifimiz yok çünkü. Burda öyle değil. Yabancı komşuların olması, evinde, en mahrem alanında daha rahat olmanı sağlıyor. Sesin kağıt gibi ince duvarları aşsa bile, onu anlayacak bir kulağa ulaşmıyor, neden tasasını taşıyacaksın?
Bu mahremiyetin gizliliği esasının kendiliğinden korunması gerçekten güzel.
Fakat bir de asıl gıybetin bu sebeple yapılıyor olması ve farkında olunmamasına dikkati çekmek istiyorum.
Son derece basit bir örnek fakat hayatın içinden ter-u taze: Kasadaki kadın Çince ya da Japonca konuşuyor, yani çekik gözlülerden. İngilizcesi de o kadar iyi değil. Birşey söylüyorum anlamıyor, ben de eşime dönüyorum (Nasıl olsa anlamıyor diye) Türkçe yorum yapıyorum. “Ablamı getirmişler bu göreve, insan lütfeder de biraz dil öğrenir. Biz Türkler o kadar hassas davranırız iyi konuşmak için, önemli bir misyonumuz var, hatta aksanımız bile anlaşılmasın diye, onlar ‘hem kel hem fodul’ hesabı sanki ortak dili(İngilizceyi) kullanmak zorunlu değilmiş gibi, milliyetçilik yapıyorlar” diyorum.
Kadın sinirli bir şekilde bana bakıyor. Ben “Yoksa beni anladı mı?” diye telâşlanıyorum.
İşte o bir kaç saniyelik an, “Ya beni anladıysa” korkusu, öyle sarıyor ki etrafımı. “Ben kimden korkuyorum? Yanlış bir şey mi yaptım? Demek ki ortada bir sorun var, neden telaş oldum?” diye sordum kendime. Yemeğini dökmüş, anneden korkan çocuk gibi adeta.
Sonra hatamın farkına vardım. Onun anlamaması bana onun duyunca hoşlanmayacağı sözler kullanma hakkını vermez.
Bir çok insan, karşı tarafın anlamasına göre ayarlıyor kendini. Sahibin hesap sormasına göre değil. Aynadaki aksimizle ilgileniyoruz velhasıl.
Gaffur gibi “Nasılım?” diye soruyoruz. Popüler kültürün dizi çarpması aldığı ve dillere pelesenk olan kelime. Eğer onlar için sorun yoksa “Gidelim Gaffur” diyoruz, yani yola devam. Her şey tamam. Bu tiplemeden haberdar olanların çok da akıllıca bir iş yapmadıkları hemen hatırlarına gelecektir.
Gurbette uzun zaman yaşayanların uyarısı da aynı doğrultuda ve bu tezi destekler mahiyette: “Konuşurken dikkat et, etrafta Türkler olabilir, ben geçen gün yolda yürürken falancadan filan şekilde bahsediyordum yanımdan geçen de duymuş, bi de sana Türk çıkmaz mı! Aman ha dikkat et! Her an her yerde Türk olabilir? Biri Bizi Gözetliyor evinde olduğunu farz et.”
Parola gibi söylediğimizin anlaşılmamasını istiyorsak Türkçe konuşuyoruz. Yabancıların yanında kendi dilini konuşmak son derece ayıp karşılansa da aldırmıyoruz. Topluluk arasında fısıltıyla konuşmanın ayıp olmasından farksız bir durum yaşıyoruz. Sadece toplumsal normlara göre düzenliyoruz konuşma şekillerimizi. Bize emredilen doğrultusunda yaşamak çabuk unutuluveriyor. “Çok ayıp oldu adama” diyoruz. “Sahibimin yüzüne nasıl bakarım? Bu konuşulanların hesabını verebilecek miyim?” titremesi nerede?
Dilinden emin olunmak Kaf Dağ’ında mı kaldı?
19.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|