Malum… Bugün Çanakkale Zaferi’nin 92’inci yıldönümü…
Defalarca dinlemiş, okumuş olsak da bıkamayacağımız, hatta günümüzde başımız daraldığında feyzinden istifade edeceğimiz öyle olaylar var ki...
İşte böylesi olaylardan en ünlüsünün kahramanı Seyit Onbaşı… Hani, 200 kiloyu aşkın top mermisini tek başına kaldırıp namluya süren yiğit… Olağanüstü olayın yaşandığı günün daha akşam saatlerinde Çanakkale Boğazı Müstahkem Mevki Kumandanı Cevat Paşa, ödül olarak Seyit’e onbaşılık rütbesini verir. Ardından da merminin bir defa da kendi huzurunda kaldırılmasını ister. Bunun üzerine Seyit Onbaşı, Cevat Paşa’ ya şu tarihî cevabı verir: “Ben bu mermileri kaldırırken gönlüm, Allah’ın feyziyle doldu. Ancak bu kuvvetin sırrı o anda bana Allah’ın ihsan ettiği bir vergi idi. Bu ağırlığı kaldıracak kadar bir makama varmışsam bu duâ ve rıza ile olmuştur. Ancak şimdi kaldırmam mümkün değildir kumandanım.”
Sadece Seyit Onbaşı değil elbette… Çanakkale’ye; birer “İsmail” olmak için gelmiş kınalı Hasan’ların, bıyığı terlememiş şehit Ali’lerin, Mustafa’ların da ibretlik şahâdet ya da gazilik destanları var…
“Çanakkale” denilince sıkça anlatılan destanlardan biri daha…
Conkbayırı’nda kara savaşları sırasında 57. tümen her gün çamaşır değiştirir, kirlilerini yıkar, çalılara asar ve ertesi gün için kuruturmuş. Şehit olurlarsa Allah’ın huzuruna temiz kıyafetlerle varmak için. Savaşa çıkmadan önce namazlarını kılar ve ibadet ettikten sonra savaşa başlarlarmış. Maneviyatı kuvvetli bu insanlar Conkbayırı’nda düşman tarafından kıstırıldıkları anda, gökten beyaz-gri bir bulut kümesi 57. Tümenin üzerine inmiş ve bulut yok olduğunda düşman askerleri ne olup bittiğini anlayamamışlar. Zira ortada tek bir Türk askeri bile yokmuş. (Bu olayı gemisinden seyreden İngiliz Amirali Hamilton da savaş anılarında anlatmış.)
Bir başka mucizevî “bulutlu” yardım da bir İngiliz Alayının bulutların içinde kayboluşu hakkındadır. Anlatılır ki; “O gün Kraliyet Alayı taze kuvvetlerle bu saldırıda görev aldı. Sağ cenahta yer alan bu alay, daha az bir mukavemetle karşılaştığı için hızla ilerlemeye başlamıştı. Alay, Azmak Deresi’nin kuru yatağını geçmiş, Kayacık Ağrılı mevkiinden Damakçı Bayırı’na doğru yürüyordu. Karşılarında küçük bir tepe vardı. Tepenin üzerinde garip, soluk renkte bir bulut durmaktaydı. Alay, sol taraftaki Ağıl Dere'ye inmeden tepeye doğru ilerledi ve bulutun içine girip kayboldular. Yâni alanda askerlerin Mestan Tepe’den şaşkın bakışları arasında 7-8 değişik bulutla daha birleşerek Trakya istikametine doğru uçup gittiler. Orada bulunan 267 İngiliz askerinden hiçbirinin izine bir daha rastlanamamıştır.”
Bu da Nusret Mayın Gemisi’nin olağanüstü hikâyesi… Nusret Mayın Gemisi Çanakkale Savaşı'na noktayı koyacak olan görevine çıktığı gece Karanlık Liman ile Sedd'ülbahir arasındaki mayınları toplayıp yerini değiştirirken, onu koruyan Anadolu Feneri de bir İngiliz Gemisi üzerine projektörleri dikmiş ve gemiyi takibe almıştı. Fakat birden Anadolu Feneri arıza yaptı. Nusret Mayın Gemisi telâşla ışıklarını söndürdü. İngiliz gemisi bu sefer kendi projektörleriyle denizi taramaya başladı. Geçen dakikalar içinde Nusret Mayın Gemisi tam yakalanacağı anda, birden Anadolu Feneri tekrar çalışmaya başladı. İngiliz gemisinin projektörleri üzerine kendi projektörlerini dikti ve iki ışık arasında kalan Nusret muhakkak bir hezimetten kurtuldu. Görevini yerine getirip geri döndüğünde, bu heyecana kalbi dayanamayan gemi kaptanı, Hakkı Bey’in naaşını da karaya çıkardı. Anadolu Feneri’nin hiçbir tamirat yapılmadan kendiliğinden çalıştığını öğrenen gemi komutanı Nazmi Bey, bu olayın bir mucize olduğunu daha sonraki günlerde yazdığı günlüğünde bildirmektedir.
Çanakkale Destanı
Birçok edebiyat-tarih-şiir tutkununun ortak kanaati odur ki; “Çanakkale Destanı”nı Mehmet Akif Ersoy yazmamıştır! Olsa olsa; kâğıda dökenle, toprağa kanını dökenler birleşerek yazmışlardır.”
Prof. Dr. Mehmet Kaplan hocamızın; “Mehmet Akif Ersoy’un Çanakkale Savaşını tasvir eden şiiri yazıldığı tarihten bu güne kadar bütün nesillere o savaşın heyecanını yaşatmış ve onun tarihî, derin ve büyük mânâsını hatırlatmıştır. Bunun sebebi de hiç şüphesiz, bu şiirin taşımış olduğu estetik değerdir” tesbitini de hatırlatarak, o muazzam şiirden bir bölümüyle baş başa bırakıyorum sizleri… Şiirin tamamını Safahat’tan okumanız ve ardından bütün şehidlerimize, gazilerimize birer Fatiha yollamanız dileğiyle, buyurun:
“ Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı/ Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin/ Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam/ atılan her lâğamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;/ O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak,/ Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak, sağnak.”
/………………………………………/
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler.../ Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından:/ Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?/ Çünkü te’sîs-i İlâhî o metîn istihkâm.
/…………………………/ .... Sen ki İslâm’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;/ Sen ki rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki a’sâra gömülsen taşacaksın... Heyhât, / Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,/ sana âguşunu açmış duruyor Peygamber.”
NOT: 21 Mart Çarşamba günü saat 20.00’de Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda Âşık Veysel’i anma gecesi var. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Müdürlüğü tarafından düzenlenen gecede Kâğıthane Âşık Veysel İlköğretim Okulu Folklor ekibinin gösterisi ardından Taşkın Savaş THM Topluluğu’ndan Âşık Veysel türküleri dinlenilecek. Ayşe Egesoy’un sunacağı gece Fatih Kısaparmak’ın konseriyle son bulacak. Dâvetlisiniz efendim.
18.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|