Filistinliler için 1 milyon duâlı kampanya
Gazetemizde ve birçok duvar ilânında “Filistin Meclisi tutsak” kampanyası sakin ama etkili bir şekilde sürüyor. İHH İnsanî Yardım Vakfı, TGTV, Mazlumder ve Hukukçular Derneği’nin öncülüğünde yürütülen imza kampanyasının hedefi, ilânlarda da belirtildiği üzere 1 milyon imzaya ulaşmak.
Kampanya sloganından pek anlaşılmasa da, İsrail tarafından gözaltına alınan veya tutuklananların bilânçosu 13 bin Filistinliye ulaşmış olup, bunların içinde biri Meclis Başkanı, üçü bakan olmak üzere toplam 42 vekil de var.
15 Mart 2007 günü Meclisi ziyaret eden Filistinli tutsak milletvekili eşleri, Filistin’e barış ve huzurun gelmesi, çeşitli zulümlere maruz kalarak İsrail hapishanelerinde tutulan Filistinlilerin derhal serbest kalması için sivil girişim başlatmış bulunuyorlar. Bu çerçevede İnsan Hakları Komisyonu Başkanvekili ve Adıyaman Milletvekili A. Faruk Ünsal’ın görüşmeler sırasındaki tesbitleri ve kampanyaya sağladığı destek önemli.
Öncelikle Filistinli milletvekillerinden 10’u tutuklu iken vekil seçilmiş, 30’u ise seçildikten sonra yani dokunulmazlık kazandıktan sonra tutuklanmışlar. 8 aydır İsrail’in güvenliğini tehdit ettikleri iddiası ile hapiste olan milletvekillerinin ne zaman serbest kalacakları ise meçhul. Tabiî binlerce tutuklu mahkum, gözaltı ve insan hakkı ihlali var iken, Ortadoğu’ya bir an önce gelmesini dilediğimiz huzur ve barışın gelmesinin biraz daha zaman alacağı ortadadır.
Bunun yanında A. Faruk Ünsal’ın insan hakları konusundaki hem kurumsal hem de şahsi duyarlılığı sayesinde “Filistin Meclisi tutsak” kampanyasının Meclis boyutuyla daha birkaç gün içerisinde yaklaşık 100 milletvekilimizin desteğini kazanmış olması, Meclisimiz için de ayrı bir onurdur.
Meclis Başkanı Bülent Arınç’ın tutsak milletvekili eşlerini kabulünde; İslâm Konferansı Örgütü Parlamentolar Birliği’nin Dönem Başkanı olarak Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Başkanı Linden’e, Güvenlik ve İşbirliği Teşkilâtı Başkanına, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Başkanına da mektup göndererek kendilerinden Filistinli tutukluların derhal serbest bırakılmaları konusunda girişimde bulunmalarını istemiş olduklarını ifade etmesi gayet anlamlı.
Heyette bulunan, tutuklular hakkında çok çarpıcı açıklamalardan bir alıntı yapalım.
Tutuklu Filistin Halk Cephesi lideri Ahmad Saadat’ın eşi Abla Saadat:
*900’den fazla tutuklu 10 yıldan fazladır hapiste bulunmaktadır.
*Gözaltında bulunan Filistinlilerden 124’u bayan, 330’u çocuk (8-10 yaş arası) olup 9 karı-koca da hapiste.
Tutuklu Milletvekili Nasır Abdeljewad’ın 14 yaşındaki oğlu Useyd Abdeljewad:
*“Babamı hayatım boyunca ancak bir yıl görme şansım oldu, ben de diğer çocuklar gibi anne ve babamla beraber olmak istiyorum.”
Filistin’in hali görüldüğü gibi ortada. Bazen bir Amerikan tv-haber kanalının yorumladığı biçimi ile bizlere yansıyan sanal gerçek, yani Filistin gerçeği gözlerimiz önüne serilmiş durumda.
İnsan hakkı söz konusu olduğunda tavrımızı ortaya koymamız, desteğimizi ifade etmemiz gerekiyor. Bir milyon imza demek, bir milyon aynı yönde düşüncelerini yoğunlaştırmış, inanmış, zulme karşı tavır almış ve üzerine duâsını eklemiş insan demektir. Bize de bu bir milyon duâya “amin” deyip, iştirak etmek düşüyor.
Kampanyaya destek, “zulüm karşısında dilsiz şeytan olmamak” gibi bir düstura uymak açısından da önemli. Diğer yandan söz konusu imza kampanyasının İsrail’de yankısını bulmasa bile, Uluslararası Af Örgütü’nün kuruluş aşamasında, tutukluların serbest bıraktırılması açısından büyük sayılarla ifade edilen mektup kampanyaları tertiplediği ve başarılı olduğunu hatırlamak gerekiyor.
Zulme karşı sessiz kalmayan, bir kenarından tutan ve destek veren herkesi tebrik ediyorum.
|
Emin Talha KARAMUSA
19.03.2007
|
|
'Fino'yu andıran medya mensupları!
ABD’li ünlü gazeteci Dan Rather, ABD’de gazeteciliğin gücünü giderek yitirdiğini söyledi. Rather, bunun en büyük sebebinin de gazete patronlarının ve gazetecilerin iktidar sahipleri ile aralarındaki çıkar ilişkileri olduğunu söyledi.
Uzun süredir CBS’te çalışan Dan Rather, Southwest Interactive adlı bir sivil toplum kuruluşu için yaptığı konuşmada, kendi mesleğini ve meslektaşlarını sert bir dille eleştirdi. ABD’li gazetecilerin güç sahiplerinin “finoları” haline geldiğini öne süren Rather, “Kendimi de bu eleştirilerin dışında tutmuyorum. Genel olarak, çok sayıda gazeteci –elbette saygıdeğer istisnalar da mevcut— ne kadar uyumlu olursan o kadar uzun ömürlü olursun anlayışıyla hareket ediyor” diye konuştu.
İktidar sahiplerine her an ulaşabilmenin getirdiği güç yanılsamasının, gazetecilik mesleğinde ve gazetecilerin kişiliklerinde bozulmalara sebep olduğunu kaydeden Rather, internetin ve blogların bu sebeple gazeteciliğe ciddi ve iyi bir alternatif oluşturabileceğini söyledi. Rather, “İnternet yalnızca haber okumak için iyi bir araç olmakla kalmıyor, aynı zamanda sınırsız bir açılım alanı” diyerek bu alandan umutlu olduğunu ifade etti.
İnsanların gazeteciler hakkındaki kanaatlerini ve sebeplerini sorgulayan Rather, gazetecilerin en büyük sorununun sorgulama güçlerini yitirmeleri olduğunu kaydederek, özellikle savaş zamanlarında iyiden iyiye sağduyu yoksunu bir tavır içine girdiklerini söyledi. Rather, bunun sebebinin de vatansever görünme ihtiyacından ve ABD birliklerini destekleme zorunluluğundan kaynaklandığını ifade etti.
Gazetecilerin özellikle ABD gibi bir ülkede büyük sorumluluklar taşıdıklarına dikkat çeken Rather, “Bu sebeple her şeyden önce omurga sahibi insanlar olmaları gerekiyor” dedi.
Bu noktaya kendi ayaklarımızla geldik. Çünkü vatansever bir gazetecinin, ülkesinin başkaları aleyhine uyguladığı politikaları sorgulayamayacağını zannettik. Bir medya üyesi olarak benim rolüm kimi zaman iktidara ilişkin dengeleri ayakta tutmaktan başka bir şey olmadı” diye konuştu.
Bütün bu sürecin gazeteciliğin gücünü ve etkisini yitirmesine sebep olduğunu ifade eden Rather, bu saygınlığın kazanılabilmesi için kamuoyu önünde çok güçlü imiş gibi görünen insanlara bile gerekirse rahatsızlık duyacakları sorular yöneltebilmekten geçtiğini öne sürdü.
Gazetecilerle politikada ve ekonomide güçlü olan insanlar arasındaki ilişkilerin gereğinden fazla yakınlaştığını kaydeden Rather’a göre, bu yakınlaşma gazetecilerin aleyhine oldu. Rather, “Kimileri bu güçlü insanların gazetecileri kullandıklarını söylüyorlar. Doğrudur. Üstelik daha da fazla kullanacaklar. Gazeteciler kullanıldıklarının farkına vardıklarında ise çok geç olduğunu görecekler” dedi.
Rather, medyada tekelleşmenin de gazeteciliğin gerçek gücünü yitirmesine sebep olduğunu ifade ederek, “Amacımız haber vermek olmaktan çıktı, yapmaya çalıştığımız tek şey vatandaşları değil hissedarları memnun etmeye çalışmak” diye konuştu.
Medyanın kamu adına denetim (watchdog, bekçi köpeği anlamına da geliyor. Rather konuşmasının burasında, denetim, gözetim anlamındaki bu kelimeden yola çıkarak bir kelime oyunu yapıyor) yapma işlevini yitirdiğine dikkat çeken Rather, “Medya mensupları şu anda köpekleri andırıyorlar, fakat bir bekçi köpeğine ya da av köpeğine değil, kucakta dolaştırılan küçük finolara benziyorlar. Kucağında oturdukları insanlar adına havlamak dışında da bir şey yapmıyorlar” dedi. “İyi bir bekçi köpeği şüpheli gördüğü herşey için havlar. Halihazırda ABD basınının da böyle davranması gerekir” diye konuştu. (Pusula tv)
|
19.03.2007
|
|
Kızılderililer ve Irak
Tarih ölümünden sonra daha etkili şekilde insanlığa hizmet eden şahsiyetlere şahitlik yaptığı gibi, yok olan bazı toplumların da evrensel ölçüde toplumsal gelişmelere yol açtıklarının örnekleriyle doludur.
Tabiî felâketleri bir kenarda tutarsak, bizzat insanların kendi hemcinsleri tarafından felâketlere uğradıkları bu yok oluşlardan iki örnek vermek istiyorum. Birisi geçtiğimiz yüzyıllarda coğrafî olarak bize çok uzak olan Kızılderililerin başlarına gelen felâket, diğeri ise günümüzden bir örnek olan komşumuz Irak toplumu.
Hayatlarında rahat bırakılmayan ve hatta ortadan kaldırılma planına maruz kalan bu iki toplumun da müsebbibi aynı adresi gösteriyor: Vahşi beyaz insan.
Bu menfi insanlık blokunun günümüzdeki temsilcilerini artık herkes tanıyor. Merak edenler Başkan Bush’un Güney Amerika gezisini bir kez daha hatırlasınlar. Koskoca kıt'ada kendisine gösterilen tepkiler de gösteriyor ki, bu ekip bundan sonra dünya üzerinde rahat edemeyecek.
Kol gücünün makineleştiği dönemlerde soyguna uğrayan ve yok edilen Kızılderililer unutulmadı, insanlığın vicdanında hâlâ acıyla hatırlanmakta. Kendi hallerinde tabiatın kucağında mutlu şekilde yaşarlarken insanlık onlardan habersizdi. Fakat yok edilişlerinin neticesinde kader insanlık âleminde insanî değerlerinin canlanıp filizlenmesine yol açtı.
Yanıbaşımızda devam eden Irak katliâmı da aynı sonuçlara gebedir. Üstelik etkisi zihin gücünün internetleşmesi ve bilgisayarla makineleşmesiyle belki de ışık hızıyla olacak; insanlık değerleri yeniden neşvünema bulacaktır...
Zaten gelişmeler genel olarak buna işaret ediyor. Dünya üzerinde lokal kalan, insanlık ortak değerlerinin reddettiği menfi ve eski zamanların vahşi temsilcilerinin rağmına kader hükmünü icra edecek.
|
Prof. Dr. Gürbüz AKSOY
19.03.2007
|
|
Knorr… çorba
Bu haftaki reklâm kritiğimizin oltasına takılan marka Knorr çorba:
Knorr çorbanın reklâmı, özellikle ışıklandırma ve görsel efektler açısından insanın gerçekten içini açacak bir ortam yansıtıyor. Yeşil tonlarla bezenmiş domates-biber bahçesinin insanın içini açan ve sağlıklı kıpkırmızı taze domateslerin özenle yetiştirildiği vurgusu, çok net bir şekilde verilmiş.
Bu özen ile ürünleri yetiştirenlerin emeklerine “ellerinize sağlık” dercesine “teşekkürler” denilerek şükran ifadesi kullanılıyor. Arkasından “doğadan sofraya” mesajı ile teşekkür edilen değerleri kendi üzereni alarak, kendisinin teşekkür edilecek özenle hazır çorba ürettiğini, bilinç altımıza işliyor.
Hüseyin amcanın teşekkür karşısında başı biraz vücudundan kopuk bir şekilde selamlasa da, ezogelin çorba poşetinin yanında pişen çorba daha çok tarhanaya benziyor…
Hazır çorbalar, hemen hazırlanma kolaylığı ve yalnız yaşayanlar için pratik olması sebebi ile tercih edilirken, çocuklar, yaşlılar için tercih edilmemesi gereken ürünler olduğunu hatırlatalım.
|
Burak EMRE
19.03.2007
|
|
Kredi kartı aidatı ödemeyin, peşine düşün
15 Mart Tüketiciler Günü’nde bianet’in görüştüğü Tüketiciyi Koruma Derneği (TÜKODER) Genel Başkanı Avukat Ali Er, kart aidatlarının veya hesap işletim ücretlerinin kart sözleşmelerinde yazsa bile haksız şart niteliğinde olduğunu söyleyerek, tüketicilerin hesap özetlerinde, ekstrelerinde kart aidatı kesildiğini fark eder etmez bankaların kredi kartları merkez müdürlüğüne başvurmalarını istedi. Er, yapılması gerekenleri şöyle sıralıyor:
Bankanın kart merkezine başvuru: “Bankanın kredi kartları merkezine yazılı olarak başvurup ‘... no’lu kredi kartının sahibiyim. Hesabımdan bilgim dışında ... miktarda kart aidatı kesilmiş. Bunu kabul etmiyorum. Kestiğiniz paranın iadesini talep ediyorum” diye yazsınlar.”
İlçe veya il hakem heyetine başvuru: “Banka bunu yerine getirmezse ilçe veya il hakem heyetine başvursunlar.”
Tüketici Mahkemesi’ne başvuru: “Eğer hakem heyeti de başvuruyu reddederse, 15 gün içinde Tüketici Mahkemesi’ne başvursunlar.”
Ekstreler iyi incelenmeli: “Bankalar kart aidatı veya hesap işletim ücretlerini farklı aylarda tahsil edebiliyorlar. Bu sebeple her ekstre iyi incelenmeli. Ocak ayında ekstrede görünmeyebilir, ama Mart ayında olabilir.”
Son bir yıl geri alınabilir: “Borçlar Kanunu’na göre, son bir yıldan önceki alacaklar zaman aşımına giriyor. Bu nedenle, başvuran tüketiciler ancak son bir yılda kesilenleri geri alabilirler.”
“Kartımı iptal edin”: “Bankalar son dönemde ‘otomatik ödeme talimatı verirseniz, kart aidatı almıyoruz’ gibi yöntemler uygulamaya başladılar. Tüketiciler çekinmesin, aidat kesen bankadan hem parayı geri istesinler hem de kartı iptal edeceklerini belirtsinler. Bankalar tüketicilerden çok yüksek faizlerle para kazanıyorlar. ‘Kartı istemiyorum, iptal edin’ diyen birçok tüketiciden kart aidatı almıyorlar.”
Konuyla ilgili açıklama yapan İstanbul Barosu da bazı bankaların yasal boşlukları suistimal ettiğine, tüketicilerden banka işlem ücreti olarak Tüketici Yasası’na aykırı bedeller alındığına dikkat çekti.
|
19.03.2007
|