Geçtiğimiz aylarda iki hassas konuda peşpeşe yazılar yazdık.
Bunlardan biri "sigara", diğeri ise "uzun burunlu ayakkabılar"a dair idi.
Yazarken de gayet iyi biliyorduk ki, bu her iki konunun da hassas, alıngan, hatta kırılgan muhatapları var.
Ancak, bu ve benzeri konulara bir şekilde değinmek gerektiğine de inanıyoruz.
Neticede yazdık ve beklediğimiz müsbet–menfi tepkileri almaya başladık. Tepkileri halen de alıyoruz.
Ne var ki, tepkilerin gitgide daha çok müsbet mecraya doğru aktığını ve bu yönde ağırlık kazandığını görmekteyiz.
Meselâ, sigara için "Mekruha haram katıyorlar" diye yazdığımız günlerde, sigara tiryakisi olan bazı okuyucularımızın sert muhalefetiyle karşılaşmıştık.
Ancak, daha sonra düşünceye ve muhavereye başlayan bu hakperestlerin bir kısmı, yazdıklarımıza hak verdiler ve sigarayı temelli olarak bıraktılar. Neticeyi de bize bir nev'î "müjde" kabilinde ilettiler ki, buna cidden sevindik.
Bazıları ise, maalesef hâlâ "Canım, bu sigara dediğin tütündür; tütün de mekruhtur, o kadar" havasındalar.
Halbuki, bugün özellikle dünya piyasalarına hitap eden ve birbiriyle kıyasıya rekabete tutuşan sigara firmaları, aynı tütünün içine "haram esanslar" katıyorlar. Ta ki, "tiryaki" olan kişiyi zamanla "bağımlı" hale getirsinler ve daha çok satış yapabilsinler.
İşte, "haram"a bulaşmış bir maddeyi kullanmak istemeyenlerin, kuvvetli bir irade sergileyerek sigara illetinden kurtulmaya çalışması ve bundan da müsbet bir netice elde etmesi, bizleri elbette ki sevindiriyor, memnun ediyor.
Sigara misaline benzer bir gelişmenin, uzun burunlu ayakkabılarla (aşırı) düşük bel pantolon kullanan gençler cenahında yaşandığı haberini alıyoruz.
İlk başlarda bize çok kızan kimi genç kardeşimiz, yazdıklarımızın tesiriyle zamanla daha mutedil bir çizgiye geldiklerini ifade ettiler. Bu da sevindirici ikinci bir gelişme.
Zaten bizim de maksadımız, onları ille de kızdırmak değil, yanlışlarını tesirli bir lisan ile onlara ihsas ettirmektir.
GÜNÜN TARİHİ 19 Mart 1877
İlk Osmanlı Meclisinin açılışı
İlk Osmanlı Meclis-i Meb’ûsânı (Millet Meclisi) çalışmalarına fiilen başladı.
Meclis'in açılışı dolayısıyla, geniş katılımlı bir merasim yapıldı.
Dolmabahçe sarayında düzenlenen merasimde yabancı temsilciler de hazır bulundu.
Yeni teşkil edilen Meclis'in ilk başkanlığını Ahmed Vefik Paşa yaptı.
Ön hazırlık safhası
Anayasanın (Kànun–i Esasî) kabulü ve Meşrûtiyetin ilânı bu tarihten yaklaşık üç ay kadar evvel (23 Aralık 1876) gerçekleştirilmişti.
Bu süre zarfında parlamentonun teşkili için gerekli hazırlıklar yapıldı.
Yeni rejimin adı "meşrûtî monarşi" idi.
Yapılacak düzenlemeler de buna göre olacaktı.
Ön hazırlık olarak, iki ayrı Meclis binası ihdas edildi.
Yani, yeni sistem iki meclis tarzında işleyecekti: Biri Meclis-i Meb’ûsân, diğeri ise Meclis–i Ayan.
Bu ikisine birden Meclis–i Umumî denildi.
Nihayet, iş seçimlerin yapılmasına geldi.
Parlamento
19 Mart 1877’de çalışmalarına başlayan ilk Meclis-i Mebusanın üyeleri, geçici bir talimatla vilayet, sancak ve kazaların idâre meclisi üyeleri arasından seçildi. İstanbul için ise, ayrı bir seçim tarzı uygulandı.
Mebusan Meclisi'ne 115 üye seçildi. Bunların 70'ten fazlası Müslüman, geri kalanı ise gayr–ı müslim temsilcilerdi.
Bu meclis, 28 Haziran 1877’de çalışmalarını tamamlayarak dağıldı.
Aynı seçim usûlüyle teşkil edilen ikinci Meclis-i Mebusan ise, 13 Aralık 1877’de toplandı. "93 Harbi"nin (1877 Osmanlı–Rus Savaşı) getirdiği sıkıntılar sebep gösterilerek 14 Şubat 1878’de tâtil edildi. Bu tatil, ne yazık ki çok uzun sürdü. Meclis'in yeniden teşkili tam otuz sene sonra mümkün olabildi.
Senato
Anayasa gereği, Mebusan Meclisi ile birlikte Ayan Meclisinin de teşkil edilmesi gerekiyordu.
Bu meclisin üye sayısı daha azdı. 25–30 kişilik Ayan Meclisi de, yine aynı seçim sistemiyle teşkil edildi.
Bu meclisin üyeleri, daha çok elit tabakadan, yani seçkinler heyetinden müteşekkil idi. Bir nev'î senatörlük vazifesi görmekteydiler.
Osmanlıdaki bu ilk demokrasi denemesi, ne yazık ki iç ve dış gelişmelerin tazyiki altında can çekişme noktasına geldi. Padişah Sultan II. Abdülhamid, ülkenin mâruz kaldığı çetin şartları gerekçe göstererek Meşrûtiyeti askıya aldı.
Meşrûtiyetin yeniden ilanı, ancak 1908'in Temmuz'unda mümkün olabildi.
Nutuk "Söylev" olunca....
Akşam gazetesi yazarı Engin Ardıç, 17.03.2007 tarihli yazısında M. Kemal'in Nutuk isimli eseriyle ilgili çarpıcı bir değerlendirme yaptı.
Böylesi bir değerlerdirmeyi herkes yapamaz. Ayrıca bir yoruma hacet bırakmayan bu yazının bazı bölümlerini sizlerin de dikkatine sunuyoruz.
* * *
Nutuk’un çeşitli yayınevlerinden çeşitli baskıları var (bendenizde eski Türk Dil Kurumunun 'resmî' baskısı mevcuttur), hatta bir ara Hıfzı Veldet Velidedeoğlu onu “Söylev” adıyla yeniden yayınlamıştı.
Atatürk’ün kullandığı dili 'Türkçeleştirmişti' yani.
Çünkü Atatürk, henüz Atatürk değil, Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa olduğu 1927 yılında ünlü nutkunu Osmanlıca okumuştu!
Bu nasıl bir “Türk devrimcisinin el kitabıdır” ki Türk diline tercüme edilmesi gerekiyor?
Nutuk, Atatürk devrimlerini topluca özetleyen bir başvuru kitabı, bir doktrin eseri değildir. Bir kutsal kitap hiç değildir. Bir “savaş anıları” toplamı ve bir “savunma metnidir”.
Nutkunda, Atatürk, Samsun’a çıkışından, yani 19 Mayıs 1919 gününden önce olup biten hiçbir
şeyi anlatmamıştır. O gün gördüğü “durum ve genel görünüşü” (vaziyet ve manzara-i umumiye) anlatarak sözüne başlar...
Oysa, Mondros Mütarekesi’nden o güne kadar olup bitenler (30 Ekim 1918’den 19 Mayıs 1919’a tam altı buçuk ay) bilinmezse, değerlendirme eksik kalır.
Örneğin, Atatürk’ün İstanbul’da o altı buçuk ay içinde... Bir gazete çıkarmayı... Yeni hükümette Harbiye Nazırı olmayı... Olamayınca o hükümetin güvenoyu almaması için çaba gösterdiğini biliyor muydunuz?
Bilmiyordunuz. Ama bize küfür etmeyi biliyorsunuz, değil mi?
Tebessüm
Konuşan fotoğrafın şakalaşan kedisi
Mırnav... Mırnav... Şu büfenin çatısında bekleye bekleye bîhal oldum arkadaş.
Yâni, arasıra gelip geçen şu uzun boylu adamlar da olmasa var ya, inanın sıkıntıdan patlayacaktım.
Hah. İşte uzun boylu biri daha geçiyor. Oltamız da hazır. Hani, şöyle biraz takılalım da neşemizi bulalım diyorum.
Ama, inşaallah bayan değildir. Aksi halde bu iş "tâciz suçu"na bile girebilir.
Gerçi, rahat dursam daha iyi olacak. Ama, n'apiiim... Sıkılıyorum burada ve canım oyun oynamak istiyor.
Veee, "Haydi, rast gele" diyerek atıyoruz pençemizi:
Hişt hişt dostum. N'aber, iyi misin?..
19.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|