Evet, güzel olduğu kadar, farklı bir soru da aynı zamanda. “Hangi masalın kahramanı olmak isterdiniz?” gibi ilginç bir soruya, aynı şekilde ilginç cevaplar verilmiş. Bu soru çerçevesinde hâlelenen cevaplar, bana da “Hangi çizgi filmin ya da masalın kahramanı olmak isterdin?” sorusunu sordurdu. Sahi, çocukluğumuzun büyük bir kısmını masallar kadar çizgi filmler de süslemiyor mu?
Düşünüyorum, ben ne olmak isterdim diye… Aklıma ilk gelen, Polyanna oluyor. Evet, Polyanna olmak isterdim. Hayata hep güzel bakıp en kötü olaylardan bile mutlu olacak bir sonuç çıkarmak için. İsteklerimin çokluğunu görünce, vazgeçiyorum Polyanna’dan. Alaaddin olmak istiyorum meselâ. Hani sihirli lambasına sürünce elini, bir cin çıkıp bütün dileklerini gerçekleştiriyor ya, işte o türden bir şey. Ancak onu da beğenmiyorum, nazlı mı nazlı Şirine’yi görünce. Bu kadar özel ve şirin olmak istiyorum çünkü. Sonra bu durumdan sıkılıyorum. Her zaman göz önünde olmak da hoşuma gitmiyor yani.
Bakıyorum da Pinokyo epey ilginç geliyor. Masal bu ya, gerçekliği aşıp Pinokyo’nun babası olmak istiyorum. Yaptığı tahta kuklalardan biri canlanıyor. Ve yalan söylediğinde, bu kuklanın burnu uzuyor. Çok keyifli ve ders verici olsa gerek. Bir anda böyle ilginç bir olayla karşılaşmam, beni nasıl etkilerdi acaba? Pinokyo derken, aklıma “Parmak Kız” geliyor. Acaba o kadar küçük olsam, memnun kalır mıydım hâlimden? Çiçeklerin içinde yaşamak, bir kibrite sığıp evimin onun içinde olması, çok uçuk bir fikir olsa gerek. Bu duygu da bugünlerde aklımı kurcalıyor.
Düşündüm de Parmak Kız olmak, tehlikelerle iç içe olmak demek. Şimdi hiç umurumda olmayan bir karınca, ejderha gibi gelebilir. Kendimi muhafaza etmem epey zor olurdu ve bu durum çok korkunç; vazgeçtim. Acaba Külkedisi mi olsaydım? O kadar sıkıntının içinde, bir perinin yardımıyla hayatım değişip kraliçe olsaydım. Bana o kadar kötülük yapan üvey kardeşlerim ve üvey annemi affeder miydim? Zor bir imtihan vesselâm.
Külkediliğinden kraliçeliğe epey bir zaman ve çile var. Sabredemem, vazgeçtim. Anka kuşu olmak isterdim. Anka kuşları, küllerinden tekrar doğarlarmış. Ben de küllerimden tekrar doğar, ölümsüzlüğü keşfetmiş olurdum belki de. Bu da olmasa, aklıma Pamuk Prenses geliyor. Üvey annemin şatosundan kaçıp 7 cücelerle arkadaşlık etmek, farklı dünyaları keşfetme açısından ilginç olsa gerek. Acaba o küçük ev nasıl görünür ya da nasıl sığacaktım o evin içine? Bir dev gibi görünmek nasıl bir şeydi. Bu kadar iyi kalpli olabilir miydim? Bundan da öte, masalı daha değişik yaşamak isterdim. Meselâ kraliçe üvey annemin getirdiği zehirli elmayı önce onun tatmasını isterdim. Ne olur, ne olmaz diye… Akıllıyım ya…
Hansel ile Gratel geldi gözlerimin önüne… Ne bileyim; her tarafı şekerlemeden olan evi görmek isterdim. Pencerelerini ısırmak… Camlarını yemek… Cadı gelene kadar çok tatlı olurdu da masalın sonu pek iç açıcı değil. Şu var ki, Casper daha eğlenceli ve de güzel geliyor bana. Hem etrafına zarar veren arkadaşlarına engel olup, hem de kötüleri cezalandırmak… Ancak bir sorun var: Casper’i gören herkes korkuyor. Benden kimse korkmasın diye Süperman olayım bari. Hem kahraman, hem yardımsever… Sonunda kaplumbağa ile tavşan yarışındaki tavşan olmaya karar verdim. Kendime bu kadar çok güvenirken, yenilmenin hem de hiç beğenmediğim, hor görüp küçümsediğim kaplumbağa tarafından yenilmenin nasıl bir duygu olduğunu bizzat yaşamak için.
Aslında masal kahramanı olayım derken, hayatımı ıskaladığımın farkında olmamışım. Ve anladım ki, inanılması zor masal tadında bir hayat yaşamalıyım. Böylece hiç kimsenin başkasının masal kahramanı olmadan yaşayabileceğini, herkesin, kendi masalının zaten kahramanı olduğunu fark ettim.
29.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|