Meyillerinden dolayı kişinin suçluluk duygusuna kapılması çoğu zaman kendini iyi tanımamaktan kaynaklanır. Varlığı doğru algılamak ve anlamak için kendini doğru algılamak gerekir
Bazen insanlar özellikle hayatı kendilerine problem haline getirirler. Önemli olmayan problemler büyütüldüğü için büyük algılanır. Şeytanın genel stratejik planı da insanın bu zaaf noktasından istifade etmek üzerine bina edilmiştir. Diğer yandan, “iktiran” adı verilen iki şeyin aynı anda, ya da yan yana gözlenmesinin bunlar arasında bir irtibat olduğu inancını oluşturması da şeytanın vesveseye sürüklediği alanlardan biridir.
Meselâ bir hocayı ya da dindar bir şahsı meyhaneden çıkarken gördüğümüzde bir anda aklımızda binlerce soru işareti oluşur, şahsın kötü yola düşmüş olmasından dolayı büyük sıkıntı ve endişe duyarız. Bu durumda çoğunlukla şahsın oraya birine bakmak için hatta birilerini o bataklıktan kurtarmak için girmiş olabileceği aklımıza gelmez. Zihin meyhanenin kötü imajını, anında şahsın temiz olduğuna inandığı ahlâkına bulaştırma eğilimindedir. Aile hayatında eşler arası problemlerden bir çoğu da aynı mekanizma ile bir tarafın peşinen diğer tarafı suçlamasından kaynaklanmaktadır. Soğukkanlılık ve sükûnet ile olayı anlamak ve “bera-yı zimmet asıldır”, yani suçlu olduğu isbatlanana kadar şahsın masum olduğu kabul edilmelidir ya da “hüsn-ü zan”, yani ilk planda hep iyi yönü düşünmek gereklidir gibi düsturlar uygulanmayıp üstelik tam aksi yönde hareket edilmesi çoğunlukla problemlerin başlangıç noktasını teşkil etmektedir.
İnsanın varlıkla ilgili en büyük zaaf noktalarından biri yan yana gördüğü iki şeyi birbiri ile alâkalı ya da birbirini etkiliyor olarak kabul etmesidir. Bu zaaf sebebiyle çabuk suçlamalar ve peşin hükümler sıklıkla önümüze çıkan problemlerdir. Meselâ, bir şahıs kendi düşüncesine zıt fikirde insanların arasında veya onların kurumlarında görüldüğünde hemen suçlanır ve “O da onların safına geçmiş, onlardan olmuş!” düşüncesi doğar. Bu yüzden insanlar çoğunlukla farklı fikirde olan kişi ve kurumlardan kaçma, onlarla bir arada bulunmaktan uzak durma eğilimindedirler. Bu hal iktiran zaafının birlikteliği kaynaşmayı ve çoğunlukla diyaloğu engelleyen yönünü ifade ediyor olmalıdır.
Bu bölümde Bediüzzaman, bulaşmanın her zaman bir arada ya da yan yana olmanın sonucu olmadığını, bazen iki şey yan yana bulunsa bile birbirini hiç etkilemeyebileceğini çarpıcı bir örnekle ortaya koymaktadır. Kulluğun en belirgin ifade şekillerinden biri olan namaz için en önemli şartlar arasında bedende ve elbiselerde temizlik yer almaktadır. Bu durum sadece dış temizliği gerekli kılmaktadır. Aksi takdirde kişinin dinen temiz olması hiç mümkün olmaz. Çünkü barsakları içinde sürekli olarak dinen necis kabul edilen gaita ve idrar yolları içinde yine dini açıdan necis kabul edilen idrar bulunmaktadır. Namaz ise, bütün yönleri ile temiz ve her türlü pislikten arınmış olmayı gerekli kılan bir ibadettir.
İşte ferdin içinde yer alan necaset, çok yakınında hatta içinde olduğu halde kişinin namazına ve temizliğine zarar vermez. İnsanlar içlerinde pislik taşıdıkları için birbirlerinden iğrenmezler. Bilâkis beden genel olarak çok lâtif ve nezih kabul edilmektedir. Bu nezahet ve temizlik o derece kabul edilmiştir ki, bedenin içindeki bu pislikler çoğu zaman akıla bile gelmez ve hatırlanmaz. Çünkü bilinir ki bu bedenin en normal ve fizyolojik halidir.
Benzer şekilde insanın duygularını, meyillerini, arzularını ayarlayan pek çok hormon ve sinir sisteminin işleyişi insan vücudunun fizyolojik işleyişinin parçalarıdır. Özellikle gençlik döneminde bu duyguların daha galeyanda olduğu esnada, hormonlarının değişimi açısından önemli bir dönüm noktası olan bu zamanda içinde her türlü meyil bulunabilir. Bu meyillerin bulunması aynen idrar yollarında ve sindirim sistemindeki necaset gibidir. Bunların dışarı çıkmaması halinde bedenin temizliğine zarar vermemeleri gibi, kötüye meyillerin de icraata geçmemiş içte kalan durumları ruh için aynı hükümdedir. Ferdin iç âleminde ve hayal dünyasında yaratılışı gereği pek çok hormonun işleyişiyle bağlantılı olarak karşı cinse meyiller olacaktır. Bunların varlığından dolayı suçluluk duygusuna kapılmakla, karnındaki pislikten dolayı abdestinin bozulduğunu düşünmek arasında özde hiçbir fark yoktur.
İnsanın iç âleminde iyi ve kötü her türlü meyil bulunabilir. Suç ancak bunların icraata geçirilmesi ve fiilen ortaya konması ile doğar. Adil-i mutlak iradeleri dışında yüzleştikleri ve yan yana geldikleri hallerden dolayı kullarını cezalandırarak bir zulüm ve şefkatsizlik hali sergilemekten münezzeh ve son derece uzak olmalıdır. İç âleminde kötü meyiller olması ile bu meyillerrin sonucu olan uygulamalar aynı şeyler değildir. Meyillerden dolayı kişinin kendini suçlaması son derece yanlıştır. Önemli olan bu meyillerin emri doğrultusunda hareket etmeyen bedeni iradeyi ortaya koyabilmektir. İşte bu noktada kul, imtihanını başarı ile vermiş ve Halık-ı Kerim’in en çok hoşuna giden sevimli hali sergilemiş olur.
Aynı mânâyı Bediüzzaman, mukaddes mânâların düşünülmesi esnasında bedenin bir ihtiyacından dolayı hayal âleminin bu ihtiyaçla bağlantılı suretler dokuması ve bu suretlerin mânâlarla yan yana gelmesinden dolayı mânâların kirlendiğinin zannedilmesi örneği ile açıklar. Hisler, çoğunlukla beden içinde işleyen hormonal mekanizmaların oluşturduğu durumlarla yakından alâkadardır. Hormonal mekanizmalar ise bedenin pek çok yerinde bulunan ve reseptör adı verilen uyarı alıcıları ile bağlantılı olarak çalışırlar. Mesanenin dolu olduğunun bildirilmesi, barsaklardan gaitanın atılması gereği gibi fizyolojik işleyişler bu reseptörler aracılığı ile beyne uyarı iletirler. Bu uyarılar esnasında beyindeki pek çok işleyiş durumla alâkalı ya da yakınında gibi gözlenir.
Meselâ bir âyetin kutsi mânâlarını tefekkür esnasında göze ilişen bir suret, kulağa gelen bir ses, idrar yapma ya da defekasyon ihtiyacı bir anda zihinde ve hayal âleminde bunlarla bağlantılı suretler dokunmasını netice verebilir ve dokunan suretler âyetin mukaddes mânâlarına çok zıt olabilir. Mânâlar ve suretler iç içe gibi gözlense de birbirlerine dokunmazlar mukaddes mânâlar çirkin suretlerin içinden onlara hiç değmeden geçip aslî menzillerine ulaşırlar. Bu noktada kulun içine düşebileceği en büyük yanlışlık iç âleminde çirkin suretler ve mukaddes mânâların birlikteliğinden dolayı iç âleminin tefessüh ettiği kalbinin bozulduğu zannına kapılmasıdır. Bu zan şeytanın hileli oyunlarından biridir ve kulu gereksiz bir suçluluk duygusuna sokarak “battı balık yan gider” noktasına getirmeyi hedefler. Üstelik bu suçluluk duygusu ile bütün dikkat çirkin suretlere yönelir ve onları kulun âleminde daha belirgin hale getirir.
Yersiz bir hassasiyet, cahilcesine bir suçluluk duygusu gibi masumiyet noktasından her şeyini kaybetmişliğin ve insanlıktan çıkmışlığın zannı sonucu bütün ümitleri yitirerek gerçek bir canavara dönüşmeyi ya da kurtuluşu yoklukta aramayı netice verebilir. Bu vahim sonuçtan kurtulmanın tek yolu kendini iyi tanımak, şeytanın hilelerini bilmek, gereksiz telâştan ve hassasiyetten uzak, makul ve mutedil bir yaklaşımla meyillerinin değil aklının ve kalbinin sevki ile vahyin çizdiği yolda ilerleyebilmektir.
26.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|