Toprağı sevdi… Yaratılan insanın hamuru olan toprağı…
Onun bereketini, besleyiciliğini, sadakatini sevdi ve dillerden düşmeyen türküsünü yakıverdi bir gün; “Benim sadık yârim kara topraktır” diye…
Boş durmamayı, çalışmayı, ilerlemeyi, yurdunu, bayrağını sevmeyi öğretti şiirlerinde, türkülerinde… O insana kavgayı değil kardeşliği öğütledi hep… Kini değil sevmeyi tavsiye etti… Sevgi büyük bir yer tuttu mısralarında ama sevdiğini uyarmayı da ihmal etmedi muzipçe: “Güzelliğin on para etmez bu bendeki aşk olmasa!” mısralarıyla!
Ötelerin aşkıdır onun dilini söyleten…
Muhabbettir yoğuran sazını, şiirini…
Herkesin görmediğini görmekte, duymadığını duymaktadır adeta… İki kapılı bir hanın yolcusunun başkalarına benzemeyen ruhudur ondaki… Ve bu duygularla yazılmış olmalı: “Uzun ince bir yoldayım/ Gidiyorum gündüz gece” mısraları da…
Evet… Âşık Veysel Şatıroğlu’ndan bahsetmeye çalışıyorum hepinizin anladığı gibi…
Sivas’ın Şarkışla ilçesi Sivrialan köyünde 25 Ekim 1894’de tarla yolunda doğan ve aynı köyde, bir Nevruz sabahında 21 Mart 1973’de aramızdan bedenen ayrılan Âşık Veysel’i; hafta içinde iki ayrı faaliyette anmaya gayret ettik…
İlkin, her sene olduğu gibi hiçbir dâvete gerek duymayan dostları, Gülhane Parkı içindeki anıtı önünde toplandılar. Ve yine her sene olduğu gibi sevgili Ahmet Özdemir Ağabeyin yönetiminde, bir saz, bir söz diyerek hâtıralar nakledildi, şiirler okundu, türküler çığırıldı…
İstanbul’un farklı mekânlarında da çeşitli çapta etkinlikler vardı gün içinde…
Günün en kapsamlı anması ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Müdürlüğü tarafından Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda düzenlenen programdı.
Şiir okumanın efsane ismi ve usta sunucu Ayşe Egesoy’un sunduğu gecede ilk olarak Âşık Veysel’in torunu Çiğdem Özer dedesini anlattı salonu dolduran Veysel dostlarına… Sonra İstanbul Vali yardımcısı Sayın Mustafa Altıntaş hitap etti… Ak Parti İstanbul Milletvekili Egemen Bağış’ın biraz siyaset kokan konuşmasından sonra ev sahibi ve anma programının başlatıcısı olarak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Dr. Mimar Kadir Topbaş, kısa ama özlü bir konuşma yaptı…
Anlatılır ki… Bir sohbette söz uzayınca, rahmetli Veysel elini saza uzatır ve; “Sazın garnı acıhtı!” dermiş… CRR’de de sözler orada noktalandı ve sıra sazın “garnını” doyurmaya geldi!
İlk olarak Şef Taşkın Savaş yönetimindeki genç bir koro Âşık Veysel sayesinde repertuarlarımıza giren anonim ya da usta malı türkülerle, Veysel’in kendi türkülerinden oluşan bir demet sundu izleyenlere… Kulaklarda pas bırakmayan bu konserin ardından hemen “Türkü Baba” lâkaplı Fatih Kısaparmak geldi sahneye… CRR’yi dolduran Veyselseverlerin, türküseverlerin coşkulu katılımlarıyla sevgili Fatih Kısaparmak, taşıdığı lâkabın hakkını verircesine gâh “Kara Toprak”ı okudu, gâh “Kilim”i…
Son olarak sahneye; Kâğıthane Âşık Veysel İlköğretim Okulu’nun 80 kişilik kadrosuyla folklor ekibi geldi sahneye… Anadolu’nun dört bir yanını görsel olarak CRR’ye taşıyan minikler, salonu dolduranları kelimenin tam anlamıyla coşturdular…
Seneye Âşık Veysel’in aramızdan ayrılışının 35’inci yılı olacak… Gönül istiyor ki olayın bir yanından Kültür Ve Turizm Bakanlığı da tutsun, üniversiteler devreye girsin ve o büyük ustanın şânına yakışır, kalıcı sonuçlar doğuracak bir kutlama için şimdiden adımlar atılsın.
Ama ilk olarak yapılması gereken işler de var.
Öncelikle yapılması gereken, Âşık Veysel’in Gülhane Parkı içindeki anıtının bulunduğu çevre törenlere uygun bir hâle getirilmeli… Dar ve engebeli durum ortadan kaldırılmalı, anıt çevresi özel olarak çiçeklendirilmeli…
Âşık Veysel’in şiirlerinden yapılacak seçkiler, ahşap veya madenî levhalara yazdırılıp anıt çevresinde, ziyaretçilerin fikir sahibi olmasına yardımcı olacak biçimde yerleştirilmeli… Hatta Türkçe ve İngilizce olarak biyografisi de anıt çevresinde yer almalı…
Seneye yapılacak 35’inci yıl kutlamaları çerçevesinde mutlaka Âşık Veysel’in san’atı, kişiliği gibi çeşitli başlıklar altında bir sempozyum düzenlensin ve sunulacak bildiriler mutlaka kitaplaştırılmalı…
Kutlamaların İstanbul-Sivas düzleminde koordineli yapılması da ayrıca düşünülmeli…
Tekke kültürü aracılığıyla edindiği tasavvuf bilgisinin ürünü olan şiirler de söylemiş olan Âşık Veysel’in, 21 Mart 1973 günü bir Nevruz sabahına doğru, saat 03.30’da, doğum yeri olan Sivrialan’da vefat etmeden birkaç gün önce, oğlu Ahmet Ağabeye seslenerek getirttiği teybe okuduğu son şiiri, aynı zamanda sanki bir vasiyeti andırır… Sadece evlâtlarına değil her nasip sahibine hitap eden bir vasiyeti: “Selâm saygı hepinize / Gelmez yola gidiyorum / Ne şehire ne de köye / Gelmez yola gidiyorum
Gemi bekliyor limanda / Gideceğim bir ummanda / Gözüm kalmadı cihanda / Gelmez yola gidiyorum…
Eşim dostum yavrularım / İşte benim sonbaharım / Veysel karanlık yollarım /Gelmez yola gidiyorum.”
Ruhun şâd olsun koca âşık…
25.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|