İzmir/Eşrefpaşa’dan Nurdan Yelkenkayalı: “Yaklaşık bir hafta sekerat-ı mevt durumunda olan bir şahsın başında Kur’ân-ı Kerim okumam rica edildi. Tabiî ki Allah rızası için kabul ettim. Fakat hastanın yakınları hastanın çok ıztırap çektiğini, bir haftadır ruhunu teslim edemediğini, Yasin-i Şerifi tersinden okursam ıztıraplarının dineceğini ve hastanın ruhunu rahatla teslim edeceğini söylediler. Ben de içime sinmediği halde hasta yakınlarının ısrarı üzerine Yasin-i Şerif’i tersinden, yani sondan başlayarak başa doğru okudum. İki gün sonra hasta vefat etti. Sonra ben ne yaptım diye düşünmeye başladım. Bu olayı anlattığım yakınlarım bana çok kötü bir şey yaptığımı, büyük bir günah işlediğimi, büyücülerin yaptığı işi yaptığımı söylediler. Ben çok tedirgin ve huzursuz oldum. Bu konuyu aydınlatabilir misiniz? Ben ne yaptım? Büyük bir günah mı işledim? Bu şeyin affı yok mu?”
Başlangıçta sekerât-ı mevt durumundaki hastanın başında Kur’ân-ı Kerim okumanız isabetli olmuş. Hastanın zemzem suyu içer gibi lezzet almasına ve huzur bulmasına vesile olmuşsunuz. Allah razı olsun.
Fakat daha sonra hasta yakınlarının bilerek veya bilmeyerek cahilce yaptıkları teklifi keşke geri çevirseydiniz. Bir sûre neden tersinden okunabilir ki? Hangi mantıkla? Tersinden okunacak olsaydı, tersinden inmez miydi? Bu ne Kur’ân okuma adabına, ne duâ adabına, ne kulluk adabına, ne sığınış adabına, ne yakarış adabına sığmaz. Hasta fazla ıztırap çekiyor idiyse eğer, yapılacak şey gene Allah’a sığınmaktır. Allah’tan sabır, sıhhat, esenlik ve selâmet dilemektir. Hastaya duâ etmektir.
Sekerât-ı mevt durumundaki hastanın yanında yapılması sünnet olan şey, ona yumuşak bir şekilde “Lâ ilâhe illallah Muhammedü’r-Resûlullah” kelimesini söyletmektir. Ya da yanında söylemek, böylece ona tatlı biçimde hatırlatarak onun da söylemesine yardımcı olmaktır. Ağzı kurumasın diye su damlatılabilirdi. Yasin-i Şerif sûresi sondan başa doğru değil, baştan sona doğru okunabilirdi. Hasta ıztırap çekiyorsa, onun ıztırabını böyle bir anlayışla dindirmenin hiçbir sıhhatli yanı yoktur.
Fakat siz bilmeden yapmışsınız. İnşallah bağışlanırsınız. Onları da aydınlatmanızda yarar var. Başka sekerât-ı mevt durumunda hastalar olduğunda böyle bir uygulamaya mahal vermemelerini hatırlatmanız daha doğru olur.
***
İstanbul’dan okuyucumuz: “Cuma Günü uzun yolculuğa çıkılabilir mi? Cuma namazı dolayısıyla, çıkılırsa hükmü ne olur?”
Cuma namazının farz olmasının şartlarından birisi “mukîm” olmaktır. Cuma namazı saatinde mukîm olmayan, yani vatanında veya sabit bir yerde ikamet hâlinde bulunmayan, yani seferî bulunan Müslümanlar için Cuma namazı farz olmaktan çıkar. Fakat yol şartları müsaitse, bir meşakkat olmayacak ise, Cuma namazı kılınan bir camie ulaşılması hâlinde, yolculuk esnasında Cuma namazının kılınmasında hiçbir mahzur yoktur. Cuma namazını kıldığı takdirde ayrıca öğle namazı kılmaz. Çünkü Cumayı kılmış olması nedeniyle öğle namazı kendisinden düşer.
Cuma günü uzun yolculuğa çıkılmasında hiçbir mahzur yoktur. Yolculuk esnasında cuma namazını kılabileceği gibi, eğer cuma namazına yetişemez veya vakti müsait olmaz ise, o günün öğle namazını kılmakla namaz farizasını eda etmiş olur.
Bununla beraber; eğer Cuma günü ile başka bir gün arasında tercih yapabilecek ise, Cuma namazını meşakkatsiz ve esenlik içinde eda edebilmek için, yolculuk hususunda başka bir gün tercihinde de bulunabilir.
***
Kerim Bey: “Vakit namazlarından önce kaza namazı kılınır mı?”
Kaza namazlarını mümkün mertebe geciktirmemek, her ne sûretle ve sebeple olursa olsun, vaktinde kılınmayan bir namazı ilk fırsatta kaza etmek farzdır. Kaza namazı borcunun çok olması, yeni kazaları da meçhulde bırakmayı gerektirmez.
Kaza namazı kılmanın hiçbir şekilde belirli bir vakti, saati ve şekli yoktur. Üç kerahet vaktinin dışında her vakitte, her şartta, her durumda, her vaktin kaza namazı kılınabilir. Hatta Şafiîlere göre kerahet vakitlerinde de kaza namazı kılınabilir. Yani kişi müsait olunca her vakit, her türlü kaza namazı kılmak için en eşref ve en mümtaz vakittir. Vakit namazından önce dilediği vaktin kazası kılınabileceği gibi; vakit namazı kılındıktan sonra da dilediği vaktin kazası kılınabilir. Bir defada bir günlük veya birkaç günlük namazın kazası da kılınabilir.
Namazın kazasında önemli olan, namaz borcu olan kişinin temayülü, karar vermesi ve azm etmesidir. Kaza namazı kılmaya niyet, karar ve azim olduktan sonra, hiç vakit kaybetmeksizin ve hiç kayıt, kural ve şart aramaksızın kaza kılmaya başlamalıdır.
Zaten kaza borcu altı vakitten fazla olanlar için hiçbir kayıt, kural ve şart yoktur. Tek kayıt, şart ve kural, bir an önce kaza namazı kılmaya başlamaktır.
25.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|