Tâ asrın başında Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri bir tesbitte bulunmuştu: “Biz muhabbet fedâileriyiz. Husûmete vaktimiz yoktur.”
Bu sıfat, asrı kucaklayan bir mefkûre halinde devam etti. “Milletimizin imanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur” diyordu.
İşte 17-27 Mart “Bediüzzaman Haftası” olarak ilân edildi.
O, manevî yangını söndürmek için hayatını bu milletin saadetine fedâ etti. İdamına hükmedenlere bile salâh ve iman temennî ediyordu. Bir şefkat abidesi idi. Çok dehşetli zulüm ve zindanlara rağmen bu milletin güzel geleceği ve elli yıl, yüz yıl sonrasının manevî tehlikelerini bertaraf etmek için nadide eserler telif etti. Yüz otuz parça, altı bin küsur sayfalık Risâle-i Nur Külliyatı dünyanın birçok diline tercüme edildi.
O, hizmetini kendi şahşı ile sınırlamadı. “Mevtim, hayatımdan ziyade dine hizmet edecek” diyordu. Gelecekten emindi.
Etkin ve yetkin kimseler onu bir cüzzamlı gibi gösterdiler. Ama onun husûmete vakti yoktu. Hatta husûmete husumeti tavsiye etti.
Muhabbeti, sevgiyi İslâmiyetin bir mizacı, rabıtası olarak kabullendi.
“Âlem-i İslâma indirilen darbelerin en evvel kalbime indiğini hissediyorum” diyordu.
“Risâle-i Nurlar yasak olmaz” derken geleceğe ümit ile bakan bir şevk ve heyecan insanı idi.
Yapılan onca zulüm ve işkencelere rağmen talebelerine intikam almamalarını tavsiye etti. Bu memleketin mânevî bir mahsülü olan Risâle-i Nur’daki Kur’ân’ın hakikatlerinin en yüksek ses ile duyulmasına, hem kendisi, hem de talebeleri bütün gayretleri ile çalıştılar.
“Sadece biz” demediler. Ehl-i iman ile kardeşcesine birlikteliklerini muhafaza ettiler.
Bu ne bir imtiyaz, ne bir benlik ve ne de bir enaniyet belirtisi idi. Onlar kendilerini bir hizmetkâr olarak gördüler. Kusuru kendilerine alıp, muhabbet ve kardeşliklerini umuma teşmil ettiler.
Parti kurmadılar. Haklı tarafa yardımcı ve dost oldular. Mütevazi idiler ve onlar kendilerini cemiyete kabul ettirdiler. Hâli ile yaşadılar. Simalarından tebessüm hiç eksik olmadı. Serbest bir üniversitenin talebeleri olarak kendilerini gördüler. Bulundukları her mekân bir okul ve ders yeri oldu.
İşte muhabbet fedâileri! Onlar bizim bir parçamız idi. Unuttuklarımızı bize tekrar hatırlattılar.
22.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|