Ankara’da Füsun E. isimli bir anne özürlü olan çocuğu Umut Mert’in büyümesinin durdurulması için hastaneye başvuruda bulundu.
İlk olarak ABD’de 9 yaşındaki özürlü kız çocuğu Ashley için gündeme gelen bu talep, beklendiği gibi tartışmaya sebep oldu.
Siyasetçisinden, hukukçusuna, özürlü ailelerinden, din adamlarına, sağlıkçılara kadar herkes görüşlerini açıkladı.
İlginç olanı hekimlerin Türkiye’nin bu konuda henüz yeterli donanıma sahip olmadığına dair sözleriydi.
Benim itirazım işte buna. Dünyada bu işi yapabilecek bir ülke varsa, ilk başta biz geliriz. Derin bir tıp bilgisine sahip biri değilim. Hatta ilâç isimlerini say deseler, asprin ve gripinden başkasını bilmem. Biz koskoca bir ülkenin gelişimini engellemişiz ki, sadece bir çocuğun büyümesini mi engelleyemeyeceğiz.
İçimi sızlatan şu satırları yazmama neden olan olay, bizzat cumhurbaşkanlığı tartışmaları…
Ama aşağı yukarı her konuda aynı değil miyiz? 80 yıldır dönüp dönüp aynı şeyleri tartışıyoruz. Arapların deyimiyle, “Kellim kellim la yenfa…”
Sanki zaman duruyor. Sanki bu ülkede canlılar yaşamıyor. Sanki belli yıllarda, belli olaylarda köşelerinden çıkarıyoruz mumyaları ve başlıyoruz aynı şeyleri dönüp dönüp konuşmaya.
Cumhurbaşkanlığı seçimleri de demiyoruz, “Çankaya Savaşı,” “Devlet Krizi” gibi isimlerle anıyoruz.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerini bir “Çankaya savaşı” olarak gördüğümüz için demokrasi ürünü olan siyasetçiler iki de bir askeri göreve çağırıyor. Baykal hattı müdafaayı bırakmış, sathı müdafaaya girişmiş.
Sağdan topçu birlikleri, soldan piyadeler saldıracak. Mekanize birliklerinin taarruzu hava kuvvetlerince desteklenecek.
Ne sakil bir durum. Sanki Afrikalı kabilelerin yaşadığı bir ülke burası. Onlar bile bıraktı artık bu işleri.
Ama biz de kendi kendine Ashley uygulayıp, büyümelerini durduranlar hâlâ 60’lı,70’li yıllardaki cuntaların Çankaya savaşını çağrıştırıyorlar.
Ama burası AB’yle müzakereler başlama hakkını kazanmış bir ülke değil mi? Hani çok böbürlenerek sunduğumuz medeniyetler İttifakının öncüsü, laiklik ile demokrasiyi, İslâmiyet ile özgürlükleri bir araya getirip, dünyaya model olarak sunulan bir Türkiye değil mi?
Model ülke Türkiye başka bir ülke, şimdi yaşadığımız ülke başka bir Türkiye’mi?
AKP’ye cumhurbaşkanı seçtirmemek için önce 367 konusu ortaya atıldı. Anayasada da geçmişte ki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de böyle bir kural yok ve işletilmedi.
Cumhurbaşkanlığı seçimini anayasa ve yasalara uygun olarak yapmak demokratik bir hukuk devletinin gereğidir. Asıl sorun anayasaya uymamakta yaşanır.
Biz de ise tam tersi.
367 işi tutmadı.
Erdoğan Hikmetyar ile çekilmiş resimleri servise konuldu.
Hikmetyar o zaman Rus işgaline karşı savaşan ve Türkiye başta olmak üzere BM’nin meşru Başbakan olarak kabul ettiği kimseydi. Ülkesini işgalden korumak için mücadele veren bir kahramandı.
Bugün Iraklıların ABD’ye karşı yaptığını Hikmetyar o gün Ruslara karşı yapıyordu.
Cumhuriyet gazetesi Rusların Afganistan’ı işgalini haber yapmaya yüreği yetmediği ve bir türlü işgal diyemediğini için o günkü kuyruk acısıyla bugün Hikmetyar olayına saldırıyor.
Şimdi ise Erdoğan’ın 28 Şubat sürecinde okuduğu şiirden dolayı aldığı ceza gündeme getiriliyor.
Orada durun.
Hele hele bunu geçmişte demokrasi kavgasının içinden gelen Cindoruk yapmasın.
Yassıada’da avukatlıklarını yaptığı Demokratlar için Salim Başol, “Sizi buraya tıkan kudret bunu istiyor” demişti. 28 Şubat’ta öyle bir ara dönemdi. O zaman ki kudret de Erdoğan’ın cezalandırılmasını istiyordu.
Demokrat bir lider ne zaman yasaklara sığınır oldu.
Cindoruk’a ara dönemin yasaklarını savunmak değil, 12 Eylül’ün yasaklarına kafa tuttuğu gibi yiğitçe bir karşı çıkış beklerdim.
Cindoruk zaten 28 Şubat sürecinde DTP lideri olarak ANAP ve DSP ile birlikte kurduğu “ara rejim hükümeti” ile demokrat kimliğine bir gölge düşürdü, ama bu tavrı beni iyice şaşırttı.
Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmasına karşı çıkabilir. Hatta bu konuda haklı gerekçeleri de olabilir.
Cindoruk gibi bir siyaset ve hukuk bilgesi bunu çok da iyi bir şekilde ifade eder. Ama demokrat Cindoruk’un yasakların arkasına sığınmasını bir türlü kabullenemiyorum.
28 Şubat sürecindeki ara rejimin koalisyon hükümetinde DTP olarak yer almalarını hafızamdan silmek istiyordum, ama Cindoruk buna izin vermedi.
Bu ülkenin Cumhurbaşkanlığı koltuğunda 27 Mayıs’ın Cemal Gürsel’ini, 12 Eylül’ün Kenan Evren’ini, Cevdat Sunay’ı ve Fahri Korütürk’ü görmek yerine düşünce suçlusu ve millî iradenin temsilcisi Recep Tayip Erdoğan’ı görmeyi tercih ederim.
Waclav Havel ve Nelson Mandela düşünce suçlularıydı. Sonra ülkelerinin en saygın Cumhurbaşkanları oldu.
Düşünce suçlusu olandan değil, demokrasi karşıtı yöntemleri kullanarak tankla, topla, silâhla millî iradeyi gasbetmek suretiyle Çankaya’ya çıkanlardan rahatsız olmalıyız.
22.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|