Evvelki cumhurbaşkanı seçimlerinden farklı olarak TSK’nın bu kez sürece doğrudan ve aktif müdahale anlamı taşıyacak tavır ve söylemlerden kaçınmasının olumlu ve memnuniyet verici bir gelişme olduğunda şüphe yok.
Ancak bu durum herşeyin sütliman olduğu şeklinde de yorumlanmamalı. Çünkü Meclisteki çoğunluğuyla cumhurbaşkanını seçecek olan partinin işbaşındaki hükümetiyle Genelkurmay arasındaki ilişkiler pek o kadar düzgün değil.
Nitekim Org. Büyükanıt’ın yaptığı bazı değerlendirmeler için “Kişiseldir, kurumsal görüşü yansıtmıyor” diyen Başbakana Genelkurmay’dan gelen “Komutanın görüşü kişisel değil, kurumsaldır” cevabı bunun en son örneği.
Öte yandan, diğer bazı devlet kurumlarının hükümetle ilişkilerini, tam da Çankaya seçimi öncesinde giderek sertleştirmeleri dikkat çekici.
Sezer’in, Dışişleri’nde tam bir şok tesiri meydana getiren “beşli veto”su hâlâ konuşuluyor. Bakanlık müsteşar yardımcılığı için hükümetin önerdiği beş büyükelçinin de, daha önce benzeri hiç görülmemiş bir tavırla Çankaya’dan geri çevrilmesi, Dışişleri bürokrasisi üzerinden hükümete vurulan çok ağır bir darbe niteliğinde.
Hükümetin ağır kriz boyutuna ulaşan bir büyük sıkıntısı da yargı cenahında patlak verdi.
Yargıtay ve Danıştay’da boşalan üyelikler için aylardır seçim yapamayan Hakimler ve Savcılar Kurulu, önceki gün de kurul üyesi Bakanlık Müsteşarının gelmemesi sebebiyle toplanamayıp seçimi yine sonuçlandıramayınca, iş ciddî bir krize dönüştü.
Kurul adına yapılan açıklamada Bakan sert ifadelerle eleştirilirken, Müsteşarı daha ağır suçlamalara hedef oldu. Ve tarihte ilk kez Kurul, üyesi bir Müsteşar hakkında tutanak düzenleyip yasal işlem başlattı. Hükümetle yüksek yargı, bir bürokrat üzerinden mahkemelik oldu.
Hem de hükümetin böyle sürtüşmelerden uzak olmaya en çok ihtiyaç duyduğu bir sırada.
Bir diğer kriz de hükümet-YÖK ilişkilerinde. Daha doğrusu, bu ilişkiler zaten başından beri kriz zemininde yürüyor. Ama hükümetin çabalarıyla kurulan 15 yeni üniversiteye YÖK’ün re’sen rektör tayin etmeye kalkışması ve hükümete bypass yaparak belirlediği isimleri Çankaya’ya bildirmesi, zincirin en son halkası oldu.
Şimdi Millî Eğitim Bakanlığı YÖK’ün yaptığının anayasaya ve kanunlara aykırı olduğunu, buna rağmen Sezer YÖK’ün rektörlerini tayin ederse meşruiyet tartışması açacaklarını duyuruyor.
Peki, Sezer Bakanlığın uyarısına kulak verir mi? Zayıf ihtimal. Rektörler atanırsa Bakanlığın başlatacağı meşruiyet tartışması bugünden yarına bir sonuç getirir mi? O da şu an için zor...
Aslında bu krizlerin hepsi, AKP’nin bu kadar büyük bir Meclis çoğunluğuyla iktidara gelir gelmez ilk iş olarak yapması gereken temel ve yapısal reformları yapamayışının bir sonucu.
Eğer anayasanın cumhurbaşkanıyla, YÖK’le, yüksek yargıyla, Genelkurmay’la ilgili maddelerini AB kriterlerine uygun hale getirerek yola çıkmış olsaydı, şimdi hem bu krizlerle karşılaşmaz, hem de anayasa korumasındaki yapının ürettiği sorunların da çoğunu çözmüş olurdu.
AKP, tam da final sürecinin son etabında devlet kurumlarıyla kavgalı duruma düşmek suretiyle, bu vahim hatasının bedelini ödüyor.
22.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|