Tek parti dönemindeki cumhurbaşkanı seçimlerinin nasıl yapıldığı mâlûm. İlk iki cumhurbaşkanının asker kökenli olduğu da.
Sivil bir ismin Çankaya’ya çıkması, 1950 seçiminden sonra gerçekleşti. Bu durum askerî cenahta homurdanmalara ve darbe söylentilerine yol açınca, DP hükümeti ordu içinde çok geniş çaplı bir “tasfiye” harekâtı gerçekleştirdi.
Ama bunun sorunu çözmediği, 27 Mayıs’ta ortaya çıktı. Birikmiş tepkiler, Yassıada mahkemeleri ve idamlarla kendisini gösterirken, sivil cumhurbaşkanı da önce idama mahkûm edildi, ancak Kemalist çizgiye sadakati sebebiyle olsa gerek, hakkındaki bu karar bilâhare kalktı.
1960’tan 1989’a kadar yaşanan süreçte Çankaya’da hep asker kökenli isimler oturdu.
27 Mayıs’ın lideri dördüncü cumhurbaşkanı oldu. Beşinci isim, Genelkurmay Başkanlığından oraya çıktı. Altıncısı yine bir askerdi. Ve yedinci isim ise, 12 Eylül darbesinin lideriydi.
Bu zincir sekizinci halkada kırıldı. Dokuzuncu ve onuncu halkalarda da sivil gelenek sürdü.
Çankaya’da sivil bir ismin oturması geleneğinin yerleşmesi, sembolik açıdan önemliydi. Çünkü cumhurbaşkanının aynı zamanda başkomutan sıfatını taşımasından hareketle askerin Çankaya’ya adeta “askerî makam” gözüyle bakmasının ve sivillerin de buna boyun eğmesinin doğurduğu sonuçlar, Türkiye’ye “askerî bir cumhuriyet” görüntüsü veriyordu.
Kesintisiz olarak peş peşe üç sivil ismin oraya çıkması görüntüyü şeklen değiştirdi. Ama içerik için aynı şeyi söylemek zor.
Özellikle 28 Şubat’ta ve sonrasında yaşananlar, bunu çok açık bir şekilde gösteriyor.
İşin bir başka boyutu, Çankaya’da görev yapacak ismin Meclis tarafından belirlenmesi süreçlerinde askerin aktif şekilde devreye girmesi.
Nitekim Sezer’in seçilmesiyle sonuçlanan bir evvelki Çankaya seçimi öncesinde dönemin Genelkurmay Başkanının, oraya çıkacak isimde aradıkları özelliklerle ilgili olarak ayrıntılı tarifler verecek kadar işi ileri götürdüğünü hatırlıyoruz.
Ülke yeni bir Çankaya seçiminin arefesinde.
Ancak şu ana kadarki gelişmeler, önceki seçimlerden hayli farklı bir tablo ortaya koyuyor.
Bu farklılığın en önemli sebebi, hiç şüphe yok ki, Genelkurmay'ın bu konuda sessizliğini ısrarla koruması. Öyle ki, geçtiğimiz günlerde Gazi Üniversitesinde devrim kanunlarıyla ilgili olarak düzenlenen ve bazı emekli generallerin siyaset içerikli tuhaf, provokatif konuşmalar yaptıkları bir toplantıya Genelkurmay Başkanı ne katıldı, ne de temsilcisini gönderdi.
Aynı şekilde, takip eden günlerde Org. Büyükanıt’ın Harp Akademileri Komutanlığındaki konuşması, basına kapalı olarak gerçekleşti.
Yine Büyükanıt, Çankaya seçimiyle ilgili görüşünü soran bir işadamına, “Şu ortamda cumhurbaşkanlığının C’sini dahi konuşmak istemiyorum” şeklinde ilginç bir cevap verdi.
Bunlar, Genelkurmay’ın bu defa çok dikkatli ve itinalı bir çizgi takip ettiğini gösteren önemli işaretler. Anlaşılan o ki, TSK Çankaya seçimiyle ilgili tartışmalara müdahil olmak istemiyor.
Hem de anamuhalefet partisi liderinin Genelkurmay’ı bu konuda tavır almaya ve görüş açıklamaya zorlamak için son dönemlerde iyice yoğunlaştırdığı akıl almaz tahriklere rağmen.
TSK’nın tavrı olumlu, devam etmeli.
21.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|