Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 21 Mart 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

And olsun ki düşünülmesi, anlaşılması ve ezberlenmesi için Biz Kur'ân'ı kolaylaştırdık. Fakat düşünüp ibret alan nerede?

Kamer Sûresi: 32

21.03.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Allah'tan korkun ve birbirinizin arasını düzeltin. Çünkü Allah, Kıyâmet günü mü'minlerin arasını adâletiyle düzeltecektir.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 70

21.03.2007


Haşrin bir delili: Nevruz

Gel, bugün Nevrûz-u Sultanîdir.(HAŞİYE) Bir tebeddülât olacak, acîb işler çıkacak. Şu baharın şu güzel gününde, şu güzel çiçekli olan şu yeşil sahrâya gidip bir seyran ederiz. İşte bak, ahali de bu tarafa geliyorlar. Bak, bir sihir var; o binalar birden harap oldular. Başka bir şekil aldı. Bak, bir mu’cize var; o harap olan binalar, birden burada yapıldı. Adeta bu hâli bir çöl, bir medenî şehir oldu. Bak, sinema perdeleri gibi her saat başka bir âlem gösterir, başka bir şekil alır. Buna dikkat et ki, o kadar karışık, sür’atli, kesretli, hakikî perdeler içinde ne kadar mükemmel bir intizam vardır ki, herşey yerli yerine konuluyor. Hayalî sinema perdeleri dahi bunun kadar muntazam olamaz. Milyonlar mahir sihirbazlar dahi bu san'atları yapamazlar. Demek, bize görünmeyen o padişahın çok büyük mu’cizeleri vardır.

Ey sersem! Sen diyorsun: “Nasıl bu koca memleket tahrip edilip, başka yere kurulacak?”

İşte görüyorsun ki, her saat, senin aklın kabul etmediği o tebdil-i diyar gibi çok inkılâplar, tebdiller oluyor. Şu toplanmak, dağılmak ve şu hallerden anlaşılıyor ki, bu görünen sür’atli içtimâlar, dağılmalar, teşkiller, tahripler içinde başka bir maksat var. Bir saatlik içtimâ için on sene kadar masraf yapılıyor. Demek bu vaziyetler maksud-u bizzat değiller. Bir temsildir, bir taklittirler. O zat, mu’cize ile yapıyor, tâ sûretleri alınıp terkip edilsin ve neticeleri hıfzedilip yazılsın. Nasıl ki manevra meydan-ı imtihanının herşeyi kaydediliyordu ve yazılıyordu. Demek, bir mecmâ-ı ekberde muâmele, bunlar üzerine devam edip dönecek. Hem bir meşher-i âzamda daimî gösterilecek. Demek şu geçici, kararsız vaziyetler; sabit sûretler, bâkî meyveler veriyorlar.

Demek bu ihtifâlât bir saadet-i uzmâ, bir mahkeme-i kübrâ, bilmediğimiz ulvî gayeler içindir.

HAŞİYE: Bu sûretin remzini Dokuzuncu Hakikatte göreceksin. Meselâ, Nevruz günü, bahar mevsimine işarettir. Çiçekli yeşil sahrâ ise, bahar mevsimindeki rû-yi zemindir. Değişen perdeler, manzaralar ise, fasl-ı baharın iptidâsından yazın intihâsına kadar, Sâni-i Kadîr-i Zülcelâlin, Fâtır-ı Hakîm-i Zülcemâlin kemâl-i intizam ile değiştirdiği ve kemâl-i rahmet ile tazelendirdiği ve birbiri arkasında gönderdiği mevcudât-ı bahariye tabakatına ve masnuât-ı sayfiye taifelerine ve erzâk-ı hayvaniye ve insâniyeye medar olan mat’ûmâta işarettir.

Sözler, 10. Söz, 10. Sûret, s. 58

Lügatçe:

nevrûz: 1-Yeni gün, baharın ilk günü. 2-Celâlî Takvimi’ne göre yılbaşı. 3-Baharın ilk günü sebebiyle yapılan şenlik, bayram.

Nevrûz-u Sultanî: Sultan Celâleddin Melikşah’ın takvimine (Celâlî takvim) göre yılbaşı olan, baharın ilk günü nevruz.

tebeddülât: Değişiklikler, başkalaşmalar.

hâli: Boş.

kesretli: Çok bulunan.

mahir: Maharetli.

tebdil-i diyar: Memleket, ülke değiştirme; göç.

maksud-u bizzat: Asıl maksat.

terkip: Birleştirme, sentez.

hıfzedilmek: Korunmak, saklanmak.

mecmâ-ı ekber: En büyük toplanma yeri, mahşer; ahiret.

meşher-i âzam: 1- En büyük teşhir yeri. 2- mec. Haşir meydanı

ihtifâlât: Törenler, merasimler.

saadet-i uzmâ: En büyük saadet; ahiret saadeti.

mahkeme-i kübrâ: Ahiretteki büyük mahkeme.

rûy-i zemin: Yeryüzü.

fasl-ı bahar: İlkbahar.

iptidâ: Başlangıç.

intihâ: Son.

Sâni-i Kadîr-i Zülcelâl: Sonsuz celâl ve kudret sahibi olan ve her şeyi bir izzet, heybet ve hikmet ile yaratıp, san’at ile donatan Allah.

Fâtır-ı Hakîm-i Zülcemâl: Sonsuz güzellikler sahibi olan, herşeyi bir maksada uygun ve hikmetle benzersiz bir şekilde yaratan Allah.

kemâl-i intizam: Mükemmel bir düzen.

kemâl-i rahmet: Mükemmel bir rahmet.

mevcudât-ı bahariye: Baharda dirilen mevcudat.

masnuât-ı sayfiye: Cenâb-ı Allah’ın yaz mevsiminde yarattığı sanatlar.

mat’ûmât: Yenecek şeyler.

21.03.2007


ESMA-İ HÜSNA

Muhyî

Allah (c.c.), Muhyî’dir. Yani, hayatı veren Cenâb-ı Haktır. Meleklerden balıklara, sineklerden fillere, cinlerden insanlara kadar her can sahibinde hayatı îcat eden Hayy-ı Kayyûmdur. Allah’tan başka hiçbir kudret can veremez, hayat îcat edemez, hayat için lâzım olacak şeyleri temin edemez. Ancak Muhyî olan Cenâb-ı Hak hayatı verir, hayat için lâzım olacak maddeleri yaratır ve hayatın devamlılığını sağlar. Hayatın yüksek gayeleri Cenâb-ı Hakka aittir, mühim neticeleri Allah’a bakar, yüzde doksan dokuz meyvesi Cenâb-ı Allah’ındır.

Ebû Hüreyre’nin (r.a.) Peygamber Efendimiz’den (a.s.m.) rivâyet ettiği Muhyî ismi Kur’ân’da da vârittir.

Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: “Allah’ın rahmet eserlerine bir bak. Yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor? İşte şüphesiz O ölüler için Muhyî’dir. O her şeye kadirdir.” (Rum Sûresi: 50)

Bu âyet-i kerîmeden hareketle, kâinatı kuşatan ihyâ kanununu keşfederek âhirete îmana kapılar açan Bedîüzzaman, Cenâb-ı Hakkın sineğe hayat verdiği aynı kanunla, bahçemizdeki çınar ağacına da hayat verdiğini, yeryüzüne her baharda yine aynı kanunla hayat verdiğini ve aynı kanunla haşirde mahlûkata da hayat vereceğini beyan eder.

Saîd Nursî, Haşir Risâlesinde Muhyî ismine husûsî bir bab ayırarak hayatı veren Cenâb-ı Hakkın âhirette de hayatı ebedî olarak vereceğini vaat ettiğini, bu vaadinin ihyâ sıfatının da bir gereği olduğunu ispat eder. “Mâdem, dünyada hayat var;” der Bedîüzzaman, “elbette insanlardan hayatın sırrını anlayanlar ve hayatını sû-i istimâl etmeyenler, dâr-ı bekâda ve Cennet-i Bâkiyede hayat-ı bâkiyeye mazhar olacaklardır. Âmennâ!”

Bedîüzaman’a göre, Muhyî isminin “hayat verme” faaliyeti ile Mümît isminin “ölüme uğratma” işi birbiri ile çelişmez. Zaten, hayat sahipleri vazifelerini bitirince bu dünyaya karşı bir nefret hissetmektedirler. Diğer yandan, ölüm idam değildir. Hayat âhirette yeniden verilecek ve artık ölüm olmayacaktır. Âhiret hayatı yalnız insanlarla ilgili değil; bütün kâinatla ilgilidir. Bütün kâinatın neticesidir. Muhyî isminin büyük mertebesine yetişemeyenler, Haşr-i Azamı ve Kıyameti taklidî olarak da olsa, kabul etmekle mükelleftirler.

“Allah’ı nasıl inkâr edersiniz ki; siz ölü idiniz, O sizi ihyâ etti. Sonra sizi öldürecektir. Sonra yine ihyâ edecektir. Sonunda Ona rücu edeceksiniz” (Bakara Sûresi: 28) âyetinin tefsîrinde, bu âyetin dört inkılaptan haber verdiğini bildiren Bedîüzzaman, “Siz ölü idiniz” cümlesinin birinci inkılaba, yani zerreler âlemindeki tavra işâret ettiğini, “Sizi ihyâ etti” cümlesinin ikinci inkılaba, yani dünya hayatına, “Sonra sizi öldürecektir” cümlesinin üçüncü inkılaba, yani kabir ve berzah hayatına, “Sonra yine size hayat verecektir” cümlesinin dördüncü inkılaba, yani haşre işâret ettiğini nihâyet, “Sonunda Ona rücu edeceksiniz” cümlesiyle de insanın ebedî saadete mazhar olacağına işâret edildiğini kaydeder. Vücut, hayattan hayata, tavırdan tavıra yenilenmektedir.

Bedîüzzaman, ism-i Hayy ve ism-i Muhyînin bir büyük cilvesi olan hayat için, “Hayat nedir? Mâhiyeti ve vazifesi nasıldır?” diye sorar ve yine kendisi yirmi dokuz önemli maddede hayatı tanımlar. Buna göre, hayatın iki yüzü de, yani mülk ve melekût ciheti de parlaktır, şeffaftır, kirsizdir, noksansızdır ve ulvîdir. Hayatın doğrudan Allah’ın kudretinden çıktığını göstermek için arada sebep ve vasıtalar kudretin tasarruflarına perde edilmemiştir. Muhyî isminin arkasında Hayy isminin azameti görünmektedir.

Denizde ve karada sayısız canlıların hayat sahnesinde bir miktar görünüp sonra “Yâ Hayy!” diyerek gayp perdesine gizlenmeleri ve arkalarından yeni gelenlere yer açmaları, hayatın bir nehir gibi sürekli akan bir hakikat olduğunu göstermekte; bu sürekli tecellî, Hayy-ı Bakî olan Allah’ın hayatının devamlılığına şehâdet etmektedir. Hayat bir şeye girdiği vakit, o cesedi bir âlem hükmüne getirmekte, küçücük varlığına âleme denk bir kapsam kazandırmaktadır.

Bediüzzaman’a göre, hayat, Allah’a îmân, meleklere îmân, kitaplara îmân, peygamberlere îmân, âhiret gününe îmân, kader ve kazâya îmândan ibâret olan îmânın altı erkânına da işâret etmektedir.

(Risale-i Nur’da Esma-i Hüsna)

21.03.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004