Sahip olduğumuz değerlerin kıymetini bilmediğimiz kabul gören bir tesbittir. Bu sebeple, ‘kendi yürüyüşü’nü terk edip, taklit etmeye çalışılan yürüyüşü de başaramayanlar sınıfına dahil ediliriz.
Başarılarla dolu bir geçmişe/ tarihe sahibiz. Ancak bu zaferlerden ibret ve ders almayı, bugünün problemlerine çözümler üretmeyi başaramamışız. Bu tavrın altında, geçmişimizi karalama kampanyalarının payı vardır. Bugün bile çocuklarımıza okutulan ders kitaplarında ceddimiz kötülenmiyor mu? Bu kötüleme geçmiş yıllara nisbetle azalmış olsa da, tamamen sonra ermiş değildir.
Bir yönetmenin yaptığı tesbitler, bize bu konuyu bir defa daha hatırlatmış oldu. Yönetmen Derviş Zaim şöyle demiş: “Bu ülkenin kendi kültüründen kaynaklanan büyük bir malzeme var. Bu malzemeyi biz sinemada yeterince kullanamıyoruz. Halbuki Osmanlı ile ilgili potansiyel konuların hem bize, hem de yurt dışındaki insanlara seslenebilecek tarafları olduğunu düşünüyorum. (...) Uzakdoğulu sinemacılar, kendi kültürlerinden kaynaklanan bir sinemanın her zaman peşine düştüler. Bunun çok yetkin örneklerini verdiler. Kendi kültürlerini nasıl sinemaya aktardılar, nasıl bir süreç izlediler (...) bunu incelemeye çalıştım.” (Hürriyet, Keyif eki, 16 Aralık 2006)
Tabiî ki yönetmenimiz kendi sahasıyla ilgili sıkıntıları ve tesbitlerini dile getirmiş ve “Bu malzemeyi biz sinemada yeterince kullanamıyoruz” demiş. Peki, başka sahalarda, var olan potansiyelimizi kullanabiliyor muyuz? Hayır.
Zaim’in yerinde bir tesbitle dile getirdiği şu konu da önemli: “Uzakdoğulu sinemacılar, kendi kültürlerinden kaynaklanan bir sinemanın her zaman peşine düştüler. Bunun çok yetkin örneklerini verdiler.” Uzakdoğu sinemacılarının yaptığını ‘yerli’ sinemacılarımız niçin yapmaz, yapamaz?
Bazı ‘köksüz’ ülkeler, kendilerine hayalî tarih ve kahramanlar bulup gençleri oyalarken; bizim var olan kahramanlarımızı çocuklarımıza, gençlerimize tanıtamayışımız ‘normal’ midir? Meselâ, Amerikalılar; mağlûp oldukları savaşların dahi filmini yapıp, ‘kahramanlıkları’nı dünyaya duyururken, çağ açıp çağ kapayan bir İstanbul Fethinin, Sultan Fatih’in şanına yakışır sinema filmini yapabilmiş miyiz?
Aynı şekilde, yakın zamanda yıldönümüzü kutladığımız Çanakklale Zaferinin şanına yakışır, gerçek mahiyetini ortaya koyabilecek bir sinema eserini dünyaya sunabildik mi? Dünya âlem bunları yapabilirken, bizim sinemacılarımız niçin yapmaz, yapamaz?
Hadiseyi sadece maddî imkân/sızlıkla izah etmek mümkün değildir. İstense ve şartlara uygun çalışmalar yapılsa, bütün ‘zor’lar kolay olur. Böyle büyük projeler ‘para’sızlık sebebiyle değil, belli bir zihniyet sebebiyle gün yüzüne çıkamıyor.
Hadiseye sadece ‘tarihî film’ler penceresinden bakmak da doğru olmaz. Her konuyu bu şekilde değerlendirmek mümkün. Bütün dünya kendi geçmişiyle övünürken, 600 yıl boyunca dünyaya adalet dağıtan bir ecdadın torunları olarak ecdadımıza vefasızlık örneği olmamız hiç de doğru değil.
Sahip olduğumuz değerlerin kıymetini bilelim ve dünyaya bildirelim...
21.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|