Mart ayı, Türkiye’nin refleks haritasının çok farklı gündemlerini ve tarihî geçmişinin kilometre taşlarını bir arada tutuyor. Yaşanan tarihî süreçte, önemli olaylara atıf yaptığımız bu ayda, bakış farklılıklarını kabullenme yerine çatışma kültürünü kendine özgü bir şekilde elinde tutma psikolojisi, ortak günlerin politikleşmesi ve devletleştirmesini netice vermektedir. Hatırası yaşanılası günler, polemikleri meydana taşıyan bir üsluba ve ayrışmaya kayıyor.
Tarihî günler ve topluma ait muvaffakiyetler, ortak değerlerimizdir. Bir zümre veya grubun kendinden menkul kerametleriyle veya ideolojik ulusalcı propagandalarla kitlesel değeri korunamaz. Özellikle resmî ideoloji bağlamında, herşeye ve milattan önceki tarihe bile neredeyse laiklik yorumuyla bakmak, tam bir ucube ve gülünçlüktür.
En yakın örneği 18 Mart Çanakkale zaferinde yaşadık. 1915’te Osmanlı Devleti vardı. Osmanlı Devleti kültüründe vatan müdafaasını herkes beraberce yapmıştı ve maneviyattan beslenen bir kuvvetle imanın sarsılmaz gücü de sonucu etkilemişti.
Bütün bu kesitlerden habersiz, devlet ricalinin o klasik, defalarca aynı cümlelerin yerini değiştirerek, laiklik bağlantılı bir söylemle demeç patlatmak ve Çanakkale ruhunu Kemalist bir süzgeçten geçirmek, herhalde akla sığması en zor bir yorum ve bakış olsa gerek.
Mart ayından girmişken, 12 Mart tarihi ile ilgili iki önemli konuyu da hatırlayalım. 12 Mart’ın iki yönü var. Biri, İstiklâl Marşının yazıldığı, destansı şahlanışın şiirle ruhumuza iman ve coşku kattığı yönü…
Diğeri ise, bilinen askerî muhtıra. 1971 yılında işbaşındaki demokratik hükümeti devirmeye yarayan bir muhtıra ile askerin millî iradeye müdahale etmesidir. İstiklâliyetimizi şiirleştirdiğimiz ve Birinci Dünya Savaşından imparatorluğu kaybederek çıktığımız, her şeye rağmen işgal kuvvetlerini Anadolu topraklarından çıkardığımız dönemin anısına aziz hatırasını, Mecliste tebşir ettiğimiz ruha ters ve aykırı bir eylemdir 12 Mart muhtırası.
İki ayrı dünyanın iki ayrı tecellisi aynı güne düşmüş. Herkes kendini haklı gösterecek mazeretlere sığınarak ve karşı görüşlerle çatışarak yeni kaoslara yönelebilir. Ya da uzlaşma kültürüne kapı açacak bir ibret ve ders alma sürecini, yeni bir dönemin başlangıcı olarak da görebilir.
Benzer şekilde 18 Mart Çanakkale ruhunu, özellikle son yıllarda tamamen belli kesimin resmî propagandalarına emanet edecek bir gayretkeşliğin sırıtan yüzüne mukabil, milletin mukadderatını belirleyen bir dönem olarak da düşünebiliriz.
21 Mart’ı nevruz gününü, ırkların ayrışma ve birbirini bastırma günü olarak değil de, ortak kültürümüzün bir nişanesi ve sevinci olarak görürsek, birlik ve beraberlik ruhuna daha fazla hizmet etmiş oluruz.
Nevruzun tarihsel kavgası ve indirgemeci mantıklarından kurtulup hepimizin içini açacak bir bahar kutlaması ve “Nevruz-u sultani” görme heyecanı daha ferahlık ve sevinç aşılar.
Devletlerin aidiyetleri zorlayan ve resmileştiren kutlama sığlığı ne kadar kontrollü ve daraltıcı ise benzer şekilde güneydoğuda bunu yeni çatışma ve gösterilerin alanına çevirmek de o kadar yanlıştır.
Aslında topluma mal olması gereken bir günümüz daha var: 23 Mart 1960. Bediüzzaman’ın vefat yıldönümü. Bediüzzaman, çoğunluğun üzerinde uzlaşabileceği, akıl ve kalp dengesinde, din ve bilim çerçevesinin birey ve toplum merkezli analizlerini ortaya koymuş bir mütefekkirdir. Fikirleriyle ortak payda tanımını herkese şamil tutan ve ülkenin birliğine ciddi mânâda katkı yapan bir şahsiyettir.
Muhtırayı saymazsak, 12 Mart, 18 Mart, 21 Mart ve 23 Mart günleri tarihî köklerimizde birleştirici ruhun emarelerini taşıyan abidevî mesajlarla dolu kesitlerdir. Geçen yüzyılın sağlam kültür ve inanç miraslarıdır.
Gelin Mart ayını “dert ayı” olmaktan çıkarıp, kucaklayıcı birbirine yakınlaştırıcı birlik ruhunu sembolleştiren bir ay yapalım. Bu ayın adı “birlik ayı” olsun. Dirlik ve güzellik koksun. Beraberce düşünmenin, kabullenmenin ve sevinci paylaşmanın, tarihten ders almanın adı olsun.
Lütfen ayrıştırıcı mesajlardan ve ırkçı söylemlerden biraz daha uzaklaşalım ki, birbirimize yakınlaşalım.
Mart kronolojisindeki sırayla; Çanakkale, İstiklal Marşı, Nevruz ve Bediüzzaman...
Dördü de kabulüm. Çünkü mütemmim cüzler. Millî şuurun kodlarını taşıyorlar: Zafer, duygu, sevinç ve tefekkür.
22.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|