Barış ve huzurun katili: Irkçılık
İnsanlar arası bağları kemirip koparan önemli faktörlerin başında “ırkçılık” ve “kavmiyetçilik” gelir. Dostluğun, kardeşliğin, komşuluğun ve irtibatın baş düşmanı olan bu yaklaşımın temelinde kendini “üstün” ve “ayrıcalıklı” görme duygusu yatar.
Bir ırkı, bir kavmi ya da bir soyu körü körüne üstün görüp diğerlerini küçümsemek cehaletin eseridir. Böyle bir “saplantı” ve “takıntı”, beraberinde zulüm, haksızlık, hakaret ve saldırganlık yüklü uygulamaları getirir. Böylesi bir yaklaşımdan adalet ve hoşgörü beklemek, hayalden öteye geçmez.
Dinî bağların aşınmasından doğan bu yaklaşımın sonucunda ırklar, kavimler ve zümreler arasında kin, nefret ve düşmanlık meydana gelir. Böylece sosyal bağlar da kopar ve insanlar birbirine yabancı ve düşman olur. Kin, haset, fitne, fesat ve çekişmenin egemen olduğu bir ortamdan huzur ve adalet ummak, “huzur” ve “adalet” kavramlarına haksızlık yapmak demektir. Şefkat, merhamet ve insafın bitirildiği bir cemiyetin gündeminde sadece kendisini ve ırkını üstün görme hisleri yer alır. Irkçı zihniyete sahip bir bireyin kendi kusur ve eksiğini görmesi beklenemez. Hatta ona göre; onun ırkdaş, soydaş ve kavimdaşları da her türlü kusur ve eksiklikten uzaktır.
Bu kör zihniyet mensubunun duygularını tahlil etmek son derece zordur; çünkü insanî hasletlerinin tamamı dumura uğramıştır; hasta bir yapıya sahiptir. Hoşgörü ve nezaketin yerini kabalık, sevginin yerini kin, alçakgönüllülüğün yerini kibir, kucaklaşma ve yardımlaşmanın yerini uzaklaştırma ve boğazlama, şefkat ve merhametin yerini de zulüm ve gaddarlık işgal etmiştir.
Irkçılık zihniyeti, bazen de belli bir “bölge”, “şehir”, “yöre” ya da “coğrafya”nın üstün tutulması biçiminde ortaya çıkar. Kendi bölgesi, şehri, yöresi veya coğrafyası dışında yer alan insanları “insan” bile görmez. Bu gibi durumlarda “haklı” olan “güçlü” değil; tam tersine güç ve kuvvet sahibi olan her zaman haklı ve üstündür.
Başkasına hakaret etmeden, ülkesinin ve milletinin refah ve mutluluğu için çabalamak elbette takdire şayan bir olaydır. Ancak bu, hiçbir zaman başkasını küçümseme “hakkını” beraberinde getirmez.
Felsefesinde gurur, kendini beğenmişlik, üstünlük ve asalet iddiası gibi itici unsurlar taşıyan bu anlayış ve mantığın dinde ve insanlıkta hiçbir yeri yoktur.
Farklı dil, bölge, renk ve coğrafyalarda yaratılan insanoğlunun, değişik özelliklerle donatılmış olması önemli bir husustur. Ancak, bu farklılıklar hiçbir zaman hiç kimseyi “ayrıcalıklı” ve “imtiyazlı” konuma yükseltmez. Bir ırkın diğer bir ırka, bir coğrafyanın diğer bir coğrafyaya, bir kavmin diğer bir kavme, bir aşiretin diğer bir aşirete, bir milletin diğer bir millete, bir topluluğun diğer bir topluluğa, bir ailenin diğer bir aileye üstünlüğü söz konusu olamaz.
Nitekim Yüce Allah buyuruyor ki: “Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık; sonra da, birbirinizi tanıyıp kaynaşasınız ve aranızdaki münasebetleri bilesiniz diye sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en şerefliniz, O’ndan en çok korkanınızdır.” (Hucûrat: 49/13)
Burada özellikle “insanlar”ın muhatap alınması gerçekten çok dikkat çekicidir. Yüce Allah, insanları muhatap alarak onları onurlandırmış, değişik ırk ve milletlere ayrılış hikmetini de açıklayarak bunun hiçbir zaman bir “ayrıcalık” ve “ayrımcılık” nedeni olmadığını; tam tersine kaynaşma ve tanışmanın asıl olduğunu vurgulamıştır. Zaten âyetin sonunda üstünlük ölçüsünün, sorumlulukların yerine getirilmesiyle doğru orantılı olduğuna dikkat çekilmiş ve–bir bakıma—hiç kimsenin ırk ve cinsiyetiyle övünemeyeceği gerçeğine vurgu yapılmıştır.
Buna göre ırkla övünmek, aşiret ve kabilenin üstünlüğünü ileri sürmek bir cehalet göstergesidir. Aynı zamanda bu davranış, İlâhî ilkeye karşı gelme anlamını taşır.
Her hangi bir milliyet, cinsiyet, ırk ve coğrafyaya ait olma hususu, bizim tercihimizle gerçekleşmediğine göre, onunla övünmek doğru olmadığı gibi; bu sonuçtan dolayı dövünmek de yanlıştır.
Sonuç olarak, hiçbir insan mensup olduğu cinsiyet ve kimliğinden dolayı kınanamaz, hor görülemez. İnsanların toplumsal huzur ve barış içerisinde yaşamalarının sağlanması esastır ve karşılıklı saygı ve hoşgörü her şeyden önce gelir. Asıl olan aynı gezegen ve aynı gök çatıyı beraberce paylaşabilmek ve her türlü ırkçılık zihniyetinden uzak durmaktır.
Toplum bireylerinin birbirlerini daha doğru anlayabilmeleri ve birbirlerine daha fazla saygılı olabilmeleri temennisiyle…
[email protected]
|