Bir şeyi, “lezzetinden, menfaatinden, güzelliğinden veya mükemmelliğinden” dolayı severiz. Herhangi bir sanat eserinden lezzet ve menfaat alınamayabilir; ancak mükemmelliği, kusursuzluğu onu sevdirir.
Diğer taraftan “iman, İslâmiyet, cinsiyet ve insaniyet” gibi nuranî, kuvvetli zincirler ve manevî kaleler de sevgi sebebidir.1 Yani, insan, iman kardeşini sevebilir, karşı cinsi sevebilir ve hemcinsini, yani, insanı insan olduğu için sevebilir. Burada din, vatan, meslek veya başka bir ortak payda şart değildir. İnsan sırf insan olduğu için sevilebilir.
Sevgi çeşitlerine gelince: İslâm literatüründe hakiki ve mecazi olmak üzere iki kısma ayrılır. Meşrû-gayrimeşrû, müspet-menfî sevgi şeklinde de incelenebilir.
Hakiki sevgi: Soyut olarak sevgiyi, sevgi mahalli kalpleri, sevenleri, sevgi sebeplerini Habib-i Mutlak olan yüce Allah yaratmıştır. Habib ismini zerrelerden kâinat simasına kadar her şeye yansıtmıştır.2
İşte hakikî sevgi, sevgi sebeplerini aşarak her şeyi O’nun adına sevmek, O’nu hatırlamaktır. Anne-babamızı, çoluk çocuğumuzu, eşimizi, dostumuzu; peygamberler ile sahabelerini, evliyaları, ilim ehlini ve meşrû olan her şeyi doyasıya severiz.
Zaten psikolojik yapımız gereği, evvelâ kendimizi, akrabalarımızı, milletimizi, hayat sahibi diğer yaratıkları, dünyayı ve kâinatı sever; doyuma ve mutluluğa ulaşırız.
Her şeyi, yüce Rabbimizin Habib, Rahim, Vedûd gibi sonsuz isim ve sıfatları hesabına seversek; sevgimizin gücü de sonsuzlaşır. O takdirde, Allah’ı tanımaktan gelen sevgi, en büyük maya ve iksir olur.3 Zira pek çok âyette olduğu gibi, Allah, sırat-ı müstakim denen doğru yolda olanları sever, temiz olanları sever,4 iyilik yapanları sever, merhamet edenleri sever, sevenleri sever. Dolayısıyla kendi cüz’î, basit sevgisiyle O’nun sonsuz sevgisini birleştirenler, sonsuz bir sevgiye kavuşmaz mı? Allah dostlarının güçlü olmasının sırrı budur. Gerçek sevgi; “sevgi parçalanmasını” da önler.
Mecazî sevgi: Bizzat nefis ve madde hesabına, onların fani, geçici, solan, yok olan yönlerine olan sevgidir. Meselâ, bir elmayı, O’nu anmadan, O’nun Habib isminin yansımalarını düşünmeden şuursuzca yemek...
Mecnun’un ilk zamanlar Leyla’yı, Leyla’nın Mecnun’u sevmesi, mecazî sevgiydi. Sevgi ve sevgililerin yaratıcısı yüce Allah, Leyla’yı da yaratmış. Dolayısıyla hakiki sevgiye, yani, Mevlâ’ya ulaşmak için Leyla’yı terk etmek gerekmez. Zira Leyla’yı da Mevlâ vermiş; içine kalbi, kalbinin içine de sevgiyi O koymuş. Mevlâ yerini Leyla sevgisi almamalı, perde ve gölge olmamalı. Yalnızca, Mevlâ, kalbe karşılık en nazik ve nazenin bir kalp, ahsen-i takvîm (mükemmel, güzel kıvamı) olarak yarattığı için sevmeli.
Hakiki sevgi ile mecazi sevgi arasındaki inceliği fark etmez, dengeyi sağlayamazsak, kalp fani sevgililer adedince parçalanır; ruhumuzun dengesi bozulur.
Düşmanlık ve sevgi, ışık ve karanlık gibi zıt unsurlardır; ikisi gerçek anlamda kalpte birleşmez. Eğer sevgi sebepleri üstün gelerek kalpte bulunsa, düşmanlık mecazi olur, acımaya dönüşür. Şayet düşmanlık sebepleri kalpte daha üstün gelip hakiki olarak bir kalpte bulunsa, o zaman da sevgi mecazi olur; yapmacıklığa, dalkavukluğa dönüşür.5
Düşmanlık karanlık ve kirlilik olduğuna göre, onu ancak sevgi ışığı ile yok eder, muhabbet suyu ile arındırabiliriz. Yakıtı iman nuru olan sevginin ışığı içimize girse, diğer duygularımız da aydınlanır, enerji alır. Dışımıza aksederek muhataplarımıza ulaşır. Gittiği yerden de aldığı güçle, katlanarak bize döner.
Dipnotlar: 1- Hutbe-i Şâmiye, s. 58.; 2- Sözler, s. 321-322.; 3- Mektubat, s. 434.; 4- Bakara Sûresi: 222.; 5- Mektubat, s. 107.
22.03.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|