Günümüz insanı huzuru arıyor. Özlemini çektiği, hayal ettiği huzuru ve sükûnu bir bulabilse, çekmekte olduğu sıkıntı ve stresleri belki de son bulacak ama... Kolay değil işte bu çalkantılı hayat tarzı içinde o huzuru, o mutluluğu yakalamak.
Huzur ve sürûru yakalamak, belki o kadar zor değil, o derece imkânsız da değil ama acaba onu aramasını mı bilemiyor günümüz insanı?
Bu gaddar ve bedbaht asrın, perişan, aciz ve mutsuz insanı, huzur ve mutluluğu galiba yanlış yerlerde arıyor... Dayalı döşeli mekânlarda, şatafatlı bir hayat biçiminde arıyor. Veya lüks arabaların içinde, ha bire gezip tozmada arıyor hayal ettiği mutluluğu. Ya da nefsî ve şehevânî his ve duygularının tatmini için, geçici ve muvakkat zevk ve lezzetlerin peşinden koşarak huzur bulup rahat etmenin hayalini yaşıyor.
Bu asrın insanı, belki de, aradığı ve hayal ettiği bir çok dünya nimetini elde etti. Hayalini çektiği bir çok eşyaya, bir çok varlığa kavuştu. Huzuru ve rahatı için olmazsa olmaz dediği bir çok imkânı, bir çok fırsatı da yakaladı. O artık son model arabalara biniyor, damak tadının her çeşidini tadabiliyor, marka diye tanımlanan oldukça pahalı ve şık kıyafetlerle çevresine farklı ve ayrıcalıklı bir konumda olduğunun mesajlarını da verebiliyor.
İstedikleri gelir seviyelerini yakalayan ve oldukça modern bir yaşantı tarzını sürdüren bu insanlar, zâhirde mutlu ve huzurlu da görünüyorlar. Ama çevrelerindeki düşük gelir grubunda bulunan ve istedikleri her şeyi öyle kolayca alabilme imkânına sahip olmayan bir çok insanın imrenerek, gıpta ederek baktıkları o modern görünümlü, debdebeli yaşantı içinde gününü gün eden bu insanlara yaklaşıp iç dünyalarına girdiğinizde, öyle hiç de mutlu ve huzurlu olmadıklarını hemen fark edebilirsiniz.
Gidişât şunu gösteriyor ki, günümüz insanı huzur ve mutluluğu aramaya daha çok devam edecek... Çünkü yanlış yerlerde arıyor. Sulh ve sükûnu, huzur ve saadeti hep maddede, hep parada-pulda arayan bu asrın bedbaht ve huzursuz insanı, ne zaman ki dünyalık maddî imkânların derde devâ olmadığını, lüks ve şatafatlı bir yaşantının arzulanan huzur ve sükûnu getirmeye kâfi gelmediğini; bu gibi imkânların çoğu zaman tam aksine, mutsuzluklara ve manevî sıkıntılara sebebiyet verdiğini anlayabilirse, işte o zaman belki giriftar olduğu sıkıntı ve bunalımlarından kurtulup, gerçek huzur ve mutluluğu bulabilir.
Düşünmekte fayda var; istedikleri gelir düzeyine sahip, istedikleri maddî imkânların içinde yüzen böyle insanlar, neden hâlâ huzur arayışlarına giriyorlar? Niçin daha fazla hırs ve kanaatsizlikle, maddenin esâreti altında sıkıntı ve bunalımlarla hayatlarını sürdürüyorlar? Neden alkol, uyuşturucu ve kumar müptelâlarının büyük çoğunluğu, maddeyi ön planda tutan, modern yaşantıyı prensip edinen çevrelerden çıkıyor? Niçin bu dağdağalı, sıkıntılı dünyada, en rahat, en huzurlu, en mutlu insanlar, dinî hayatla iç içe olan, manevî değerlerle haşir-neşir olan kesimler oluyor?
Bu durumları nazara aldığımızda, huzur ve mutluluğun, maddiyatta değil mâneviyatta olduğu; nefsin zararlı istek ve arzularına uymada değil, akıl ve kalbin istek ve arzularını Kur’ân ve Sünnetin ışığında yerine getirmekte olduğu görülecektir.
Konumuzla ilgili Bediüzzaman’ın şu tesbitlerine kulak verelim isterseniz:
“Hakikî zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadet yalnız imândadır ve imân hakikatleri dairesinde bulunur. Yoksa, dünyevî bir lezzette çok elemler var. Bir üzüm tanesini yedirir, on tokat vurur gibi, hayatın lezzetini kaçırır.”
“Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı imân ile hayatlandırınız ve ferâizle zînetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhâfaza ediniz.” “Helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur.”
Üzüntü ve sıkıntılarından kurtulup, huzur ve saadeti aramaya devam eden bu asrın insanının, Bediüzzaman’ın bu tam yerinde ve doğru tesbitlerine kulak vermesi, akıllıca ve yerinde bir karar olacaktır.
25.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|