Bugün yaşıyor olabilmenin bize neler kazandıracağını veya neler kaybettireceğini tam bilemeyiz şüphesiz. Yaşamak, dünya hayatının nimetlerinden istifade edebilme imkânına sahip olmak, bizler için bir nimet olabileceği gibi, bir kaybetme vesilesi de olabilir. Bu sebeple, yaşantıyı sürdürüyor olabilmek her zaman bizlere sevinçler kazandırmayabilir.
Hep hazır lezzeti önemseyen insanlar olarak, el’an yaşıyor olabilmemizin gelecekte bizlere neler kazandırabileceğini pek düşünmüyoruz ne yazık ki. Geçmişte yaşadıklarımızdan ders alma cihetine gitmediğimiz gibi, geleceğin de bizler için nelere gebe olabileceği ihtimallerini hiç düşünmek istemeyiz.
Gününü gün etme felsefesi adeta ruhumuza işlemiştir. Öyle ki, her şeyi bu dünya hayatından ibaret görmeye başlamışız. Ruhumuzu bu felsefenin karanlık safsatalarından ve zehirli bal şeklindeki yalancı lezzetlerden arındırmayı başarmazsak, insan olma yolunda hedefe ulaşabilmemiz mümkün olmayacaktır.
Neredeyse görüyor gibi inandığımız dünya sonraki hayata, inancımız nisbetinde hazırlık yapmadığımız, itiraz etmemiz ve yalanlamamız mümkün olmayan bir gerçektir. İnanıyoruz, ama inandığımız gibi yaşama konusunda başarılı olamıyoruz. Gerçekleri görmesi gereken gözlerimizi kaplayan kara perdeler, bizim gerçekleri görmemize muvakkaten de olsa engel oluyor. Böylece başıboş bir hayatın karanlık vadilerinde mutlak sona doğru adım adım ilerlemekteyiz.
Bir rüyadan ibaret olan dünya hayatını düşündüğümüz kadar, ebedî olarak yaşayacağımız ahiret hayatını düşünmemek, insanlığın müptela olduğu en ağır manevî hastalıklardandır. Bu meselede kendimizi kolay kolay mazur duruma düşürebilecek gücümüz bulunmamaktadır. Her yaşadığımız gün bizlere mahcubiyet gerektiren günahlar kazandırmaktadır. Ama o kalın ve kara gaflet perdeleri bu mahcubiyetimizi bize hatırlatmak istememektedir.
Bizlere hayat kazandıracak bir hayat yaşıyor olabilmek, asıl meselemiz olmalı iken, sonu karanlık olan yaşantılarla bize emanet verilen zamanları tüketmek, en büyük uğraşımız haline gelmiştir. Yine de dünyada yaşıyor olmayı bir kazanç olarak görüyoruz. Dünyadaki hayatımızın uzun olmasına seviniyor, gerçekler âlemine götürecek sebeplerden ise olabildiğince ürküyoruz.
Aslında bu dünya hayatına veda eden nice inançlı insanlar, imkânları olsa dahi dünyamızın semtine bile uğramak istemeyeceklerdir. Çünkü onların nereden nereye gittiklerini ancak onlar bilir. Onların cansız bedenleri zahiren toprağın bağrına terk edilse de, aslında ruhları yüksek diyarlarda, dünya hayatının çirkin haletlerinden çok uzak memleketlerde sürurlar içinde yeni bir hayata başlamışlardır.
Bizler kendimize üzülmemiz gerekirken, ölüm nimetiyle aydınlık âlemlere kanat açan yakınlarımıza üzülüyor, gözyaşı döküyor ve ölümü onlar için büyük bir kayıp olarak değerlendiriyoruz. Kendi halimize acımamız gerekirken, dünyadan kurtulan o bahtiyarların gidişine üzülüyoruz. Oysa ölümle bu dünyadan ayrılanların, yeterince gittikleri memleket için hazırlık yapmadıklarına üzülmeli ve bundan kendimize ciddî mânâda dersler çıkarmalıyız.
Giden imanlı insanların günah defterlerinin kapanması, bırakmış oldukları güzel eserlerden ve manevî şirketlerden dolayı sevap defterlerinin açık olması cihetini düşündüğümüz zaman işin güzel yönünü daha iyi görürüz. Artık onlar için sadece kazanç bulunmaktadır. Rabb-i Rahîmin rahmeti de imdatlarına yetişirse, dünya hayatıyla kıyaslanmayacak bir yaşantı onları güzelliklerle baş başa bırakacaktır.
Biz dünyada kalanlar ise şiddetli bir imtihan yaşamaya devam edeceğiz. Günah oklarından korunmak için büyük bir çaba ve gayrete ihtiyacımız olacaktır. Nefis ve şeytanın telkinlerine kulak asmadığımız oranda dünya hayatını kendimiz için verimli bir hale getirebileceğiz. Dünyanın geçici heveslerine ilgi duymadığımız takdirde gerçek bir kul olmak, ihlâslı bir âbid olmak yolunda önemli adımlar atabileceğiz. Aksi takdirde dünyada uzun bir hayat sürmenin menfî kazanımları ebedî hayatımızın mahvına sebep olacaktır. Rabbim rahmet ve merhametini bizden esirgemesin...
26.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|