İlerlemeci tarih anlayışı pozitivist tarih anlayışıdır. Bu tarih anlayışı kırılmaları olmayan ve ucu açık bir tarih anlayışıdır. Ucu kapalı, dairevi bir anlayış değil, aksine ucu açık ve düz bir çizgide ilerlemeyi esas alan tarih anlayışıdır. Bu tarih anlayışına göre kıyamet yoktur, sadece tarihin sonu ve son durağı vardır.
Marks’ın öngördüğü veya Fukuyama’nın yazdığı gibi tarihin sonu vardır. Bu son durakta komünizmin veya liberalizmin mutlak zaferi vardır. Marksizm ve liberalizm ikisi de kendisi açısından düz tarih (linear tarih anlayışı) anlayışından yola çıkarak tarihin sonundaki son düzlükten veya son duraktan bahsederler. Guya tarihin son durağını, tarihin sonu olarak ilân etmişlerdir. Halbuki tarihi vetireler ve süreçler bize tarihin ucunun açık değil kapalı olduğunu ve kendisini tekrarladığını ve inişli çıkışlı olduğunu gösterir. ‘Ve tilkel eyyamu nüdaviluha beynennasi (o günleri biz insanlar arasında döndürüp dolaştırırız)’ sırrı ve cilvesi de tarihin inişli çıkışlı, yani dairevi olduğunu ispat eder. Öteki tarz ilerlemeci anlayış tek yanlı, tek boyutlu ilerlemeci bir anlayıştır. Maneviyattan kopuktur. Haz verir ama saadet vermez.
Bu anlamda Şamlı medeniyetler tarihçisi olan Şevki Ebu Halil medeniyeti ikiye ayırır. Bunlardan birisi maddi medeniyet diğeri de zülcenaheyn olan maddi ve manevi medeniyettir. Mimli medeniyet ve mimsiz medeniyet diye de taksim ve tasnif edebiliriz. Maneviyattan kopuk medeniyet, güce dayalı ve adaleti temin edemeyen medeniyettir. Hem madde hem de mânâya dayalı ve onlarla kaim uygarlığa biz kısaca medeniyet diyoruz. Diğeri de, tek yanlı ilerlemeci anlayışın sonucu olarak ahireti unutarak dünyada fani olmak ve körü körüne onu imar etmektir. Maddi terakki üzerine müesses olan medeniyete hadaret (ümran) diyoruz. Bu tarz medeniyet ruhsuz ve mimsiz medeniyettir.
***
Günümüzdeki uygarlık tek yanlı bir gelişmenin ürünüdür. Pozitivist medeniyettir. Bu medeniyet Roma gibi kuvvetlidir, beşeriyete lezzet verir, ama saadet veremez. Bunun bir yansıması içinde bulunduğumuz Batı medeniyetidir. Merhametsizdir. Tek gözlü ve Akif’in deyimiyle tek dişi kalmış bir canavardır. Bediüzzaman işte mevcut madde medeniyetinin inkişaından yani örtüsünün kaldırılmasından ve perdesinin yırtılmasından İslâm medeniyetinin zuhur edeceğini ifade etmiştir. Bu mevcut medeniyet hakiki medeniyeti gölgeliyor ve perdeliyor. Maddi medeniyetin uful ve inkişa etmesiyle birlikte ötekisi zuhur edecektir. Bu medeniyet maddi zaferleri istismar ederek maneviyatı mağlup etmiştir. Bu bağlamda Şeyhülislâm Mustafa Sabri ve Bediüzzaman’ın gözlemlediği gibi, Yunan zaferi inkilapların üssü esası ve dayanağı olmuştur. İnkilapların imrarını kolaylaştırmış ve bunları tatbikat mevkiine koymayı kolaylaştırmış ve manevi sarhoşluk içinde muarızları susturmuştur.
1973 Ramazan savaşının 1979 Camp David barış anlaşmasına meşruiyet sağlaması gibi. İslâm medeniyeti ise maneviyata ve dürüstlüğe dayalı bir medeniyettir. Bundan dolayı olsa gerek, Cenâb-ı Hak pozitivizmin İslâm dıyarlarına taşıyıcısı durumunda kalacağı için Osmanlı’ya nusret etmemiştir. Bediüzzaman bunu çok veciz bir şekilde ortaya koyar ve şöyle der: “İKİNCİ MESELE : Yirmi sene evvel tab’ edilen Sünuhat irsalesinde hakikatlı bir rüyada alem-i İslâmın mukadderatını meşveret eden ruhani bir meclis tarafından bu asrın hesabında Eski Said’den sordukları suale karşı verdiği cevabın bir parçası şimdilik tezahür etmiştir. O zaman, o manevi meclis demiş ki: ‘Bu Alman mağlubiyetiyle neticelenen bu harbde Osmanlı Devletinin mağlûbiyetinin hikmeti nedir?’
“Cevaben eski Said demiş ki: Eğer galip olsaydık, medeniyet hatırı için çok mukaddesatı feda edecektir-nasıl ki yedi sene sonra edildi. Ve medeniyet namıyla alem-i İslâm, hususen Haremeyn-i Şerifeyn gibi mevaki-i mübarekeye Anadolu’da tatbik edilen rejim kolaylıkla, cebren teşmil ve tatbik edilecekti. İnayeti İlahiye ile onların muhafazası için kader mağlûbiyetimize fetva verdi.
“Aynen bu cevaptan yirmi sene sonra, yine gecede ‘Bitaraf kalıp, giden mülkünü geri almakla beraber; Mısır ve Hind’i de kurtararak, bizimle ittihada getirmek, siyaseti âlemce en büyük muzafferiyet kazanmak varken, şüpheli, dağdağalı, faidesiz bir düşmana (İngiliz) taraftarlık göstermekle muzaaf bir surette ve zararlı bir yolu tercih etmek, böyle zeki, belki dahi insanların nazarında saklı kalmasının hikmeti nedir?’ diye sual benden oldu.
“Gelen cevap, manevî canibden geldi. Bana denildi ki: ‘Sen, yirmi sene evvel manevî suale verdiğin cevap, senin bu sualine aynı cevaptır. Yani, eğer galip taraf iltizam edilseydi (tutulsaydı), yine mimsiz medeniyet namına galibane mümanaat görmeyecek bir tarzda bu rejim, âlem-i İslâma mevki-i mübarekeye teşmil ve tatbik edilecekti. Üç yüz elli milyon İslâmın selâmeti için bu zahir yanlışı göremediler, kör gibi hareket ettiler...”
***
Demek ki bazen zafer hezimet süretinde gelir ve görünür. Bu surette tevakkuf etmek ayni zaferdir yani zaferin ta kendisidir. Aksi takdirde, mağluptur bu yolda galip (dışı zafer içi hezimet hali) tekerlemesine maruz kalmamak mümkün değildir. Bazen hakikatla zafer veya insan ters düşebilir. Bu durumda insan kendisi için zafer isterse namerttir. Nitekim, Selahaddin Eyyübi’nin selefi olan Nureddin Zengi buna dikkat çekmiş ve şöyle buyurmuştur: “Allahümme unsur dinek valaa tensur Nureddin/ Yarabbi dinine nusret et, ama Nureddin’e nusret etme’ ihlâs bunu iktiza eder. Zira Nureddin ile dinin yolları ayrıldığında Nureddin’in zaferi dinin hezimetidir. Bazen tarih ‘kazan kazan’ ekseninde değil ‘kaybet-kaybet’ çizgisinde ilerler. Osmanlı’nın yıkılma dönemindeki gibi. Burada yapılacak olan zararın en hafifini ihtiyar etmek olacaktır. Anın zaferi odur. Türkiye’deki mevcut yapı Kürtlerin dindarlarıyla ve dindarlıklarıyla uğraşmış olmakla neticede kendisinin benzerlerini üretmiştir. Bu itibarla, Bush Nejad’ın nedeni olması gibi Kürtçülüğün nedeni de Türkçülük ise de çözümü değildir. Çözüm görenler zinhar çıkmaz sokaktadırlar. İfrat ve tefrit birbirinin nedenidir, ama çözümü değildir. Çözüm, itidaldir. Haddi vasattır.
26.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|