|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
Onlar âyetlerimizin hepsini yalanladılar; Biz de onları çok kuvvetli ve kudretli bir şekilde yakaladık.
Kamer Sûresi: 42
|
29.03.2007
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Âlimin hatasından sakının. Onun hatasından dönmesini bekleyin.
Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 87
|
29.03.2007
|
|
Kâinat, Resûl-ü Ekrem’i (asm) bekliyordu
Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm dünyaya geldikten sonra, bahusus velâdet gecesinde, yıldızların düşmesinin çoğalmasıdır ki, şu hâdise, On Beşinci Sözde katiyen bürhanlarıyla ispat ettiğimiz üzere, şu yıldızların sukutu, şeyâtin ve cinlerin gaybî haberlerden kesilmesine alâmet ve işarettir. İşte, madem Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm vahiyle dünyaya çıktı; elbette yarım yamalak ve yalanlarla karışık, kâhinlerin ve gaibden haber verenlerin ve cinlerin ihbârâtına sed çekmek lâzımdır ki, vahye bir şüphe iras etmesinler ve vahye benzemesin. Evet, bi’setten evvel kâhinlik çoktu. Kur’ân, nâzil olduktan sonra onlara hâtime çekti. Hattâ çok kâhinler imana geldiler. Çünkü daha cinler taifesinden olan muhbirlerini bulamadılar. Demek Kur’ân hâtime çekmişti. İşte, eski zaman kâhinleri gibi, şimdi de medyumlar sûretinde yine bir nevi kâhinlik, Avrupa’da, ispirtizmacıların içlerinde baş göstermiş. Her ne ise...
Elhâsıl: Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın nübüvvetinden evvel nübüvvetini tasdik ettiren ve tasdik eden pek çok vâkıalar, pek çok zatlar zâhir olmuşlar. Evet, dünyaya mânen reis olacak(Hâşiye) ve dünyanın mânevî şeklini değiştirecek ve dünyayı âhirete mezraa yapacak ve dünyanın mahlûkatının kıymetlerini ilân edecek ve cin ve inse saadet-i ebediyeye yol gösterecek ve fâni cin ve insi idam-ı ebedîden kurtaracak ve dünyanın hikmet-i hilkatini ve tılsım-ı muğlâkını ve muammâsını açacak ve Hâlık-ı Kâinatın makasıdını bilecek ve bildirecek ve o Hâlıkı tanıyıp umuma tanıttıracak bir zat, elbette o daha gelmeden herşey, her nevî, her taife onun geleceğini sevecek ve bekleyecek ve hüsn-ü istikbal edecek ve alkışlayacak ve Hâlıkı tarafından bildirilirse o da bilecek. Nasıl ki, sabık işaretlerde ve misallerde gördük ki, herbir nev-i mahlûkat, onu hüsn-ü istikbal ediyor gibi mu’cizâtını gösteriyorlar, mu’cize lisanıyla nübüvvetini tasdik ediyorlar.
Hâşiye: Evet, Sultan-ı “Levlâke Levlâk,” öyle bir reistir ki; bin üç yüz elli senedir saltanatı da devam ediyor. Birinci asırdan sonra herbir asırda lâakal üç yüz elli milyon tebaası ve raiyeti vardır. Küre-i arzın yarısını bayrağı altına almış ve tebaası, kemâl-i teslimiyetl, ona hergün salât ü selâmla tecdid-i biat ederek emirlerine itaat ederler.
Mektûbât, 19. Mektub, s. 178
Lügatçe:
bi’set: Gönderme, gönderilme, Allah’ın peygamber göndermesi. velâdet: Doğum. şeyâtin: Şeytanlar. nübüvvet: Nebîlik, peygamberlik. hüsn-ü istikbal: Güzel karşılama. sukut: Düşme. iras: Verme, meydana getirme. kâhin: Gelecekten haber verdiği söylenen kimse, falcı. ispirtizmacı: Ölülerin ruhlarıyla bazı şartlar altında haberleşmenin mümkün olduğuna inanan ve bu maksatla deney yapan. saadet-i ebediye: Sonsuz saadet. idam-ı ebedî: Ahiret inancı olmadığı için, ölümü ebedi yokluğa gitmek olarak görme. hikmet-i hilkat: Yaratılış hikmeti. tılsım-ı muğlâk: Anlaşılması zor, kapalı, gizli şey. muammâ: Anlaşılmaz iş, bilinmeyen hâl. Hâlık-ı Kâinat: Kâinatın yaratıcısı olan Allah.
|
29.03.2007
|
|
Bahtiyar bir ihtiyar
Vakit gece yarısının en kesif haline bürünmüş. Âlemde derin bir sükûnet hâkim. Akıllar darmadağın… Kalpler perişan... Buğulu gözler, puslu camların ardında durmuş bir muştu beklerken… Bülbül de susmuş; boynu bükük, solmak üzere olan gülü seyrederken. Kâinat her zamanki gibi seferine devam ederken... Derken bu hazin manzarayı elindeki bir buket kırmızı gülle nurlandırarak gelen bahtiyar bir ihtiyar görünmüş bir kış mevsiminde… Hem bahtiyar, hem ümitvâr, hem de mütevazı bir ihtiyar. O, zamana ışık gibi düşen zat. O, Bediüzzaman… Yazdığı eserlerle insanlara saadetin anahtarını sunan Bediüzzaman…
Bediüzzaman deyince akla, evvelâ sarsılmaz bir iman ve tükenmeyen bir azim geliyor. Azmin sûret giymiş halidir sanki o. Azim, sebat, metanet, şefkat onun en bariz özelliklerindendir. Alimlerde İsm-i Rahîm tecellî eder. Said Nursî’de de Esma-i Hüsna’dan olan Rahim isminin cilvelerini, yansımalarını görürüz. Öyle ki kendine kin besleyenlere dahi çoluğu, çocuğu vardır diye asla bedduâ etmez. Şefkat, Bediüzzaman’ın mesleğinin esaslarından biridir.
Bediüzzaman, eserlerinde herkesten evvel kendi nefsini ikaz eder. Önce kendi nefsine konuşur, onu ikna eder. Selâmet noktasında ise evvelâ milletinin selâmetini düşünür. Kendi nefsini bu konuda düşünmez. Onun gayesi İman hakikatleri üzerine bina edilmiş hayırlı bir gayedir. “Milletimizin imanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur” sözlerini okuyunca kendinden önce milletini düşündüğünü daha iyi görürüz. Üstad Said Nursî’yi daha yakından tanımak için Tarihçe-i Hayat’ı okumak gerekli diye düşünüyorum.
Vefatının üzerinden 47 yıl geçti Üstadın. Tam 47 yıl. Bu 47 yılda sayısız hayırlı, güzel gelişmeler oldu Risâle-i Nur üzerine. Nurlar; pek çok dile çevrildi, yabancı üniversitelerde ders olarak okutulmaya başlandı, sempozyumlar düzenlendi… Yani bütün dünya Nurlardan nasibini aldı, alıyor. Barla’dan dünyaya bir nur yayıldı ve yayılıyor hâlâ. Şu günlerde ise Bediüzzaman Said Nursî’nin vefatının 47. yılı münasebetiyle pek çok anma programı yapılıyor. Geçtiğimiz günlerde biz de böyle bir programa katılma fırsatını bulduk biiznillah. Programda “Bediüzzaman ve Mevlânâ birbirini tamamlayan halkalardır; yüz yüze bakan aynalar gibidir. Misyonlarını nasıl ifade ettiklerine baktığımızda, Bediüzzaman nesir ile, Mevlânâ şiir ile ifade eder. Fakat Mevlana’nın eserlerinde nesir tadını, Üstadın eselerinde de şiirin âhengini görürüz. Ve her ikisi de çevrecidir. Mevlânâ, topraklı yoldan yürür ki otlara zarara vermeyeyim; Bediüzzaman, üzerinde tefekkür ettiği katran ağacını saraylara değişmeyeceğini ifade eder” diyen yazar Sn. İslâm Yaşar’ın bu sözleri altı çizilecek türden sözlerdi. Dr. Senai Demirci’nin “Üstadım bu yüzyılımıza rağmen yetişmiş ve bu yüzyılı yetiştiren bir adamdır… Risâle-i Nur insan olan yanımızdan başlar hitap etmeye... Nurlarda ‘Ey nefisperest nefsim!’ diyor... Risâle-i Nur’u sadeleştireceğine Risâleyi oku, kendini sadeleştir” sözleri de yine altı çizilecek sözlerdendi… Eminim katılanlar da epey istifade etmiştir programdan. Emeği geçenlerden Allah razı olsun.
Bahtiyar bir âlim zatı anıyoruz şu bahar mevsiminde. Diyor ya Üstad; “Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennetâsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen Nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır.” Dünya çiçek açtı. O bahtiyar idi ve onu sevenler de, ona hayranlık duyanlar da bahtiyardır mutlaka. Hem bahtiyar, hem ümitvâr, hem de mütevazı…
“Bahtiyar bir ihtiyar var. Etrafı, sekiz yaşından seksen yaşına kadar bütün nesiller tarafından sarılmış. Yaşlar ayrı, başlar ayrı, işler ayrı... Fakat bu ayrılıkta gayrılık yok. Hepsi birşeye inanmış: Allah’a. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a... Onun ulu Peygamberine... Onun büyük kitabına... Kur’ân henüz yeni nâzil olmuş gibi, herkes aradığını bulmuş gibi bir hal var onlarda. Said Nur ve talebelerini seyrederken, insan kendini âdetâ Asr-ı Saadette hissediyor. Yüzleri nur, içleri nur, dışları nur... Hepsi huzur içindeler. Temiz, ulvî, sonsuz birşeye bağlanmak; her yerde hâzır, nâzır olana, Âlemlerin Yaratıcısına bağlanmak, o yolda yürümek, o yolun kara sevdalısı olmak... Evet, ne büyük saadet.” (Tarihçe-i Hayat, Osman Yüksel Serdengeçti)
[email protected]
|
Fatma ALTUNER
29.03.2007
|
|
Medyanın sihri ve Asâ-yı Mûsâ
A’raf Sûresi 160. âyette Cenâb-ı Hak; “Biz İsrailoğullarını oymaklar halinde on iki topluluğa ayırdık. Milleti, Musa’dan su isteyince, ona: ‘Asanla taşa vur’ diye bildirdik; ondan on iki pınar fışkırdı” diye Hz. Musa (as) ile İsrailoğulları arasındaki birçok olaydan biri olan asasını taşa vurup su akıtmasını haber veriyor.
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri ise, Mesnevî-i Nuriye isimli eserinde “Arkadaş! Katre nâmındaki eserimde Kur’ân’dan ilhamen takip ettiğim yolla ehl-i nazar ve felsefenin takip ettikleri yol arasındaki fark şudur:” der ve şöyle devam eder: “Kur’ân’dan tavr-ı kalbe ilham edilen asâ-yı Mûsâ gibi mânevî bir asâ ihsan edilmiştir. Bu asâyla, kitab-ı kâinatın herhangi bir zerresine vurulursa, derhal mâ-i hayat çıkar. Çünkü müessir ancak eserde görünebilir. Mânevî asansör hükmünde olan murakabelerle mâ-i hayatı bulmak pek müşküldür. Vesâite lüzum gösteren ehl-i nazar ise, etraf-ı âlemi Arşa kadar gezmeleri lâzımdır. Ve o uzun mesafede hücum eden vesveselere, vehimlere, şeytanlara mağlûp olup caddeden çıkmamak için, pek çok bürhanlar, alâmetler, nişanlar lâzımdır ki yolu şaşırtmasınlar. Kur’ân ise, bize asâ-yı Mûsâ gibi bir hakikat vermiştir ki, nerede olsam, hattâ taş üzerinde de bulunsam, asâyı vuruyorum, mâ-i hayat fışkırıyor.”1
Evet biz Risâle-i Nur talebeleri de, Üstad Said Nursî’nin gösterdiği yolu takip ederek her nereye, her ne şeye baksak Cenâb-ı Hakk’ın varlığına, birliğine, isim ve sıfatlarına deliller görmemiz gerekir.
Risâle-i Nur’dan aldığımız ilham ve metotlarla, yaşadığımız her olaydan, gördüğümüz her olağan veya olağandışı işlerden, her bir yaratılmıştan Allah’ı tanımaya, O’na inanmaya, O’nu bilmeye ve bütün yaratılanları da Yaratanından ötürü sevmeye çalışıyoruz.
Bilindiği gibi, Hz. Musa’nın (as) asası, aynı zamanda bütün sihirbazların sihirlerini iptal eden bir işlev de görmüştü. Asa-yı Musa kitabı da, zındıka komitelerinin başvurduğu, menfî anlamda kullanıldığında insanların kafasını uyuşturan her türlü medya iletişim vasıtalarına (gazete, dergi, TV, radyo, internet vs.) karşı sihirli bir değnek gibidir. Nitekim Bediüzzaman da, Asâ-yı Mûsâ isimli eserinden “dalâletlerin bütün mânevî sihirlerini ibtâl edebilen bir mâhiyette bulunan ve bir mânâda Âyetü’l-Kübrâ nâmını alan risâle-i hârika”2 şeklinde söz etmiştir.
Asâ-yı Mûsâ’yı (Risâle-i Nur’ları) eline alan ve okumaya-anlamaya başlayan her insan, o âletlerin zarar veren sihirli dünyasından uzak kalacak ve Yaratanını, Rabbini öğrenecektir. İnsanlığın düştüğü bataklığa, medya dünyasının sihirli dünyasına düşmeyecektir.
Dipnotlar:
1- Mesnevî-i Nuriye, s. 70-71
2- Mektûbât, s. 448
[email protected]
|
M. Fahri UTKAN
29.03.2007
|
|
|
|