Bir İstiklâl Savaşı gazisi daha öldü.
Adı Veysel Turan’dı. 108 yaşındaydı, en azından nüfusta öyle görünüyordu.
Geçtiğimiz günlerde vefat etti. Belki 85 yıl önce ölmeyi tercih ederdi. Savaş meydanında, düşman kurşunuyla can vermeyi, ölümü tatmadan ölmeyi, şehit olmayı yeğlerdi.
Ama o gün değil, bugün öldü.
Muhtemel değil, kesin; ömrü harp hatıralarını anlatmakla geçti. Yakınları ezberledi artık savaş yıllarının her bir anını.
Bütün isimler, bütün kelimeler, bütün sıfatlar hafızasında ilk günkü tazeliğini koruyordu.
Sanki dün şehit düşmüştü arkadaşı, sanki dünmüş gibi üzüldü, sanki dünmüş gibi sevindi, onun adına.
Sanki dündü, gördüğü o kahramanca taarruzlar; göğsü o günkü gibi kabardı.
Sanki dün öldürmüştü düşman askerlerini, verdikleri son nefesleri hissedebiliyordu.
Yakınında patlayan top güllesinin sesi kulaklarında çınlıyordu, can çekişen arkadaşlarının feryatları çınladığı gibi.
O günkü gibi aç, ama o günkü kadar tokgözlüydü.
O günkü kadar yorgun, ama o günkü kadar dinlenmiş hissediyordu.
O günkü kadar korkusuz ve o günkü kadar kahramandı.
Ama hiçbir zaman, kendisini kahraman olarak görmedi. Hiçbir zaman ülkeyi kurtarmış gibi hissetmedi.
Böyle hissetseydi, onca şehide, onca gaziye haksızlık edeceğini biliyordu.
O sadece üzerine düşeni yapmıştı ve gerisini Allah’a bırakmıştı. “Ben iyi savaştım, ondan kazandık” demedi asla.
Aslında ortada bir kazanç olduğundan da şüpheliydi. Bu savaşı kim kazanmıştı gerçekte? Kim galipti, kim mağlup? Ne için savaşmıştı, ne olmuştu? Dost kimdi, düşman kim? O zaman düşman dedikleri kazansaydı, bugün daha mı farklı olacaktı? Bilmiyordu…
Buruktu o yüzden. İstiklal Savaşının son gazilerinden olmanın fazla bir anlamı yoktu.
Ama şikâyet de etmiyordu. “O kadar savaştık, karşılığı bu mu olacaktı?” demiyordu.
Biliyordu ki, kaderin de bir hükmü vardı.
Düşmana karşı amansızdı, ama kader karşısında kıldan inceydi boynu.
Cenazesi taşınırken, hiçbir zaman dile getirmediği bu cümleleri de beraberinde götürdü.
29.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|