Yeni Asya Vakfının tertiplemiş olduğu avukat Ömer Faruk Uysal’ın sunduğu “Milliyetçilik” konulu semineri izledim ve çok istifade ettim. Seminer sırasında dikkatimi çeken birkaç hususu sizlerle paylaşmak istiyorum.
Milliyetçiliğin kökü, şeytanın Allah’ın emrine karşı gelmesine kadar uzanır. Kur’ân’dan öğrendiğimize göre şeytan “Ben ateşten yaratıldım, Âdem ise topraktan yaratıldı” diyerek kendi nev'înin üstünlüğünü öne sürmüş ve Allah’ın emrine isyan etmişti. Halbuki üstünlük yine Kur’ân’ın ifadesine göre, takva yani günahlardan çekinmek ile ilgilidir. Kaldı ki Hz. Âdem’e Cenâbı Allah talim-i esmayı öğretmişti.
Hazreti Âdem’e icmalen (kısaca) öğretilen Allah’ın güzel isimleri Peygamberimize (asm) bütün mertebeleri ile tafsilen öğretilmişti. Nev olarak insan, ahsen-i takvim yani en güzel surette yaratılmıştı.
Hiç kimsenin Allah’ın takdirine karşı çıkması mümkün değildir. O neyi isterse o olur. Onun “Ol” demesi yaratılması için kâfidir. Şeytan gibi isyan edenlere Rabbimizin azabından küçük bir esinti azıcık dokunsa yeterlidir. Kahhar, Cebbar ve Müntakim gibi isimleri olan Allah’tan korkmalı ve kendi nev'îmizin veya ırkımızın üstünlüğünü ifade eden davranışlardan kaçınmalıyız vesselâm…
Günümüzdeki milliyetçilik anlayışı Fransız İhtilâli ile başlar ve feodal beyliklerin yıkılıp güçlü devletlerin kurulması ile devam eder. 18. yüzyılın sonlarına doğru Almanya, İtalya gibi devletler milliyetçilik dalgasını arkalarına alarak birliklerini sağladılar ve büyük bir imparatorluk kurarak sahneye çıktılar.
Milliyetçilik bu ülkelerle birlikte İngiltere ve Fransa’da olumlu etki yapmakla birlikte Avusturya ve Osmanlı devletinde tam bir yıkıma yol açtı. Farklı etnik kökenden gelen insanların meydana getirdikleri bu güçlü devletler bir anda paramparça olup yıkılmaya yüz tuttular.
Kısaca milliyetçilik bazı ülkeleri birleştirip güçlendirdiği halde, tek bir ulustan meydana gelmeyen geniş coğrafyaya ve zengin kültüre sahip ülkeleri yıkıma yöneltmiştir.
Elbette bu ilişkiyi fark eden İngiliz ve Fransız imparatorlukları bir fitne ateşi gibi milliyetçilik kavramını allayıp pullayarak içimize salmış ve tarih sahnesinden trajik bir şekilde çekilmemize yol açmışlardır.
Doymak bilmeyen emperyalist iştahlarını hâlâ güçlü tutan bu ülkeler günümüzde aralarına Amerika’yı da alarak yıkıma devam etmektedirler. Türkiye gibi çok çeşitli kültürlerden gelen insanların bulundukları ülkeleri ırkçı söylemler ile bölmeye ve parçalamaya çalışmaktadırlar.
Bu ülkelere çok fazla bir şey söylemeye hakkımız yok. Zira onlar kendi menfaatleri için bizi ateşe atıp bir insanlık suçu işliyorlar. Benim asıl söz söylemek istediğim yaptığı yanlışın farkına varamayan zavallı milliyetçileredir.
Bizdeki milliyetçilik birçok yönden sakattır. Zira batıdan ve kuzeyden gelen değerlere hiç utanmadan sıkı sıkıya sahip çıkılır. Güneyden ve doğudan gelen değerler ise reddedilir. Yani Avrupa’nın her türlü sefahatine sahip çıkıldığı halde, İslâmdan aldığımız değerlere aynı şekilde bakılmaz.
Türk Ceza Kanunu, Türk Ticaret Kanunu ve Türk Medenî Kanunu adı verilen ve sadece baş tarafına Türk lâfzı yerleştirilerek önümüze konulan kanunlar birer tercüme metnidir. Ne yazık ki bu kanunlar hayata geçirilirken kendi kültür ve geleneklerimize ait hiçbir değere yer verilmemiştir. Adeta milletle alay edilerek zorla kabul ettirilmiştir.
Şimdi karşımıza çıkıp “ulusalcılık” veya “milliyetçilik” adı altında dil dökenler önce şu çelişkiyi bir düzeltsinler. Eğer kendi ulusunu yüceltmeyi esas aldıklarını iddia ediyorlar ise Batıdan alınan ve hiç tereddüt edilmeden kabul edilen bu kanunların bizi aşağıladığını hiç düşünmüyorlar mı?
Kimse kusura bakmasın, bizim dilimizde bu tür davranışa “ikiyüzlülük” denilir. Eğer milliyetçilikte samîmî olan birisi varsa bana öncelikle bu tek taraflı hayranlığı izah etsin. Sonra karşıma çıkıp “Sen ne biçim insansın, kendi değerlerini korumaya çalışmıyorsun” desin, vesselâm….
27.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|