Liberal Düşünce Topluluğunun önde gelen isimlerinden Prof. Dr. Atilla Yayla’nın Kemalizmi eleştiren sözleri sebebiyle maruz kaldığı linç kampanyası bilâhare yatışır gibi oldu.
Bu kampanya çerçevesinde Yayla’yı öğrencilerine ders vermekten men eden Gazi Üniversitesi Rektörlüğü, bir bilim kurumuna yakışmayan bir tehevvürle aldığı bu kararı daha sonra kaldırdı. Ama âdet yerini bulsun kabilinden, Yayla’yı bütün bütün cezasız bırakmayıp “kınama” cezası verdi. Ve Yayla buna itiraz etti.
Derken olayın kapanmış gibi göründüğü bir noktada İzmir Savcılığı Yayla hakkında “Atatürk’e hakaret”ten dâvâ açtı. Sanıyoruz, Yayla da “olay” sözleri sebebiyle kendisini “hain”likle suçlayan gazeteye tazminat dâvâsı açmıştı.
Bakalım, bu dâvâlar nasıl sonuçlanacak?
Yayla cephesinde son durum bu iken, yakın arkadaşlarından Prof. Dr. Mustafa Erdoğan da şu günlerde bazı çevrelerce boy hedefi yapıldı.
Sebep, AİHM’de görev süresi dolan Türk hakim Rıza Türmen’in yerine hükümetin aday gösterdiği isimler arasında onun da yer alması.
İlginçtir, Erdoğan’ın AİHM üyeliğine karşı çıkanlar, onun “anayasa hukukçusu” kimliği için söyleyebilecek bir lâf bulamıyor; buna karşılık resmî ideoloji ve statükoya karşı hukuk ve demokrasi zemininde yaptığı cesur çıkışları kusurmuş gibi göstermeye çalışıyorlar.
Söz gelişi, Anayasa Mahkemesini ideolojik bekçilik yapmakla ve üyelerini hukukî formasyon açısından yetersiz olmakla eleştiren sözleri sebebiyle mahkeme üyelerinin açtığı dâvâda tazminat ödemeye mahkûm edildiğini hatırlatıyorlar.
Ya da “cumhursuz cumhuriyet” dediği ve 1999 seçimi öncesinde dönemin hükümetince yayınlanan bir genelgeyi “Seçimlere sıkıyönetim” olarak eleştirdiği için 159’luk olmasını defo olarak gösteriyorlar.
Bu meyanda, seneler önce beyaz perdenin Minyeli Abdullah’ı olarak şöhret olan, ama bilâhare CHP milletvekili olarak siyasette arz-ı endam eden kişinin ortaya attığı son suçlama:
Prof. Erdoğan’ın bir yazısında, 12 Eylül anayasasının başlangıç kısmının ve 2. maddedeki “Atatürk milliyetçiliğine bağlılık” ibaresinin kaldırılmasını istemesi skandal olarak eleştiriliyor.
Oysa bunlar bir hukuk adamı için kusur ve nakîse değil, tam tersine, hukuk dışı zihniyet ve uygulamalara karşı verilen cesur ve kararlı mücadelenin şeref nişaneleri olarak görülmeli.
Ve AİHM üyeliği için artı bir tercih sebebi olmalı. Çünkü Erdoğan’ın bedelini de ödeyerek yönelttiği o eleştiriler, Türkiye’nin AB kriterlerine uyum çabalarını zora sokan, engelleyen, geciktiren statükoyu ve resmî görüşü hedef alıyor. Dolayısıyla, bu görüşlere sahip bir üyenin heyete girmesi, AİHM’i Türkiye’nin demokratik dönüşümünde daha etkili bir konuma getirebilir.
Dışişleri Bakanı Gül’ün imzasıyla Avrupa Konseyine gönderilen listede iki isim daha var.
Üç adayın, önce seçimi yapacak olan Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesinin ilgili komitesinde mülâkata alınacağı ve sonra asamble üyesi parlamenterlerin, AİHM’de Türkiye’yi temsil edecek olan üyeyi seçecekleri belirtiliyor.
İlk gönderdiği listeyi geri çekip bu üç ismi bildiren hükümet bir manevra daha yapmazsa...
Neticenin şimdiden hayırlı olmasını diliyoruz.
27.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|