Cumhurbaşkanlığı tartışması öylesine alevlendi ki, siyasî kulislerde başka bir konuyu tartışmak, başka bir şeyi konuşmak mümkün değil.
Türkiye, cumhurbaşkanını halkın seçeceği bir düzenlemeyi getirene kadar da bu tartışmalardan kurtulamayacak.
Ancak cumhurbaşkanlığı tartışması öncesinde bu konuyu gündemimize alıyoruz, “Bu sefere yetişmez” diyor, ondan sonra da 7 yıl boyunca derin dondurucuya kaldırıyoruz.
Cumhurbaşkanını cumhura seçtirmedikten sonra Türkiye bu sancıdan kurtulamayacak.
Çünkü işin temelinde rejim tartışması yatıyor.
Demokratik cumhuriyet mi olacak, militarist cumhuriyet mi?
Çankaya konusunu da güçlü bir demokratik iradeye teslim etmeden bu işin içinden sıyrılmamız güç olacak.
Demokrasi bir kurumlar ve kurallar rejimi. Yapılan işin anayasa ve yasalara uygun olması her şeyden öte ise, meşruiyeti konusunda bir tartışma olmaması lâzım. Bu normal bir demokratik ülkenin kriteri.
Demokrasilerde anayasa ve yasalara karşı bir noksanlık görüldüğü zaman, demokrasiye uygunluğu tartışma konusu olur. Bizde ise, sorun tam tersine.
Ülkemizde anayasa ve yasalara uygun olması ve meşruiyeti konusunda bir sorunun bulunmaması asıl sorun kaynağını teşkil ediyor.
Tabiî birilerinin kafasında…
Önümüzde bir örnek var.
Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı adayı olması anayasanın 102. maddesinde tarif edilen kriterlere uyuyor mu? Uyuyor.
Peki yasal bir sıkıntı söz konusu mu?
Bu konu yasa ile değil, anayasa ile düzenlendiği için, orada da bir noksan yok.
Peki meşruiyet konusunda bir soru işareti var mı?
Demokrasilerde meşruiyetin kaynağı millet.
Cumhurbaşkanını seçmek bu parlamentonun görevi.
Geçmişte sorunlar parlamentonun cumhurbaşkanını seçmesinden değil, seçmemesinden kaynaklanmıştı. 12 Eylül’ün en büyük gerekçesi bu değil miydi? Zaten anayasaya göre 4 turda da cumhurbaşkanı seçemediği zaman Meclis kendini feshediyor.
Erdoğan, Meclis’te 354 milletvekili ve yüzde 35 oy desteği ile en büyük siyasî iradenin lideri değil mi? Evet.
Burada da bir sorun yok demektir.
Özal cumhurbaşkanı seçildiğinde, ANAP’ın oy oranı bazı çok bilmişlerin dediği gibi yüzde 36 değildi. 1989 yerel seçimleri yapılmış ve ANAP yüzde 21.75’e düşmüştü. Zaten Özal da bu sonucu gördüğü için, ilk seçimde muhalefete düşeceğini fark edip Çankaya’ya kaçtı.
AKP için öyle bir sorun da yok. Anketlerde oyunu koruduğunu gösteriyor.
Hatta CHP’nin “seçtirmem” hırçınlığı AKP’ye yarıyor.
Peki burada sorun nerede?
Toplumsal gerginlik olur?
Demokrasilerde toplumsal talepleri de dikkate almak gerekiyor.
Ancak toplumdaki gerilimi ölçebilecek bir barometre henüz elimizde yok. Toplumun desteği siyasî iradenin arkasında var mı, yok mu, ancak ona bakabiliriz.
Toplumun desteği bu partinin arkasında devam ediyor.
Bu ülkede yüzde 13 ila yüzde 17 arasında bir oy oranına sahip olan CHP’den başka da rahatsız olan kimse yoktur.
Eğer Recep Tayyip Erdoğan o denli tehlikeli bir adamsa, başbakan olmasının önünü niye açtınız?
Erdoğan’ın Siirt’ten milletvekili seçilip, başbakan olmasını bizzat Baykal sağlamadı mı? O zaman doğru olanı yaptı.
Başbakan olur, ama cumhurbaşkanı olamaz.
Tüm kriterlere uyduğuna göre sorun nereden kaynaklanıyor?
Ruhat Mengi’nin kriterlerine uymuyor.
Deniz Baykal’ın kriterlerine de uymuyor.
Tuncay Özkan, Emin Çölaşan’ın kriterlerine de aykırı.
Demokrasiyi böyle tarif etmeye kalkışırsak, o zaman ortaya 74 milyon kriter çıkar.
Bu militarist bir zihniyet.
Hasolar, Memolar, yani “Ey millet iktidar olabilirsin, ama cumhurbaşkanı olamazsın.”
Niye?
Çünkü sen milletsin...
Kim olur?
Bir avuç militarist kafa.
Yok öyle yağma.
Bu AKP kadar korkak ve pısırık bir parti görmedim.
Millet iradesi burada tecelli etmiş.
Bu iradeyi temsil etmekte sıkıntı çekiyorlar.
Peki yüzde 35 oy oranı, 354 milletvekili olsa Baykal bu eleştirilere pabuç bırakır mı?
Bırakın cumhurbaşkanı seçmeyi onu ebedî cumhurbaşkanı bile ilân etmeyi hedeflerler.
Ne de olsa millî şef geleneğinden geliyorlar.
27.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|