AB’nin, dönem başkanı Almanya tarafından organize edilen 50. kuruluş yıldönümü kutlamalarına Türkiye’nin çağrılmaması, özellikle İngiliz basınında eleştirilere konu oldu.
Bunun yanında, yayınlanan Berlin deklarasyonunda da Türkiye’nin adına yer verilmedi.
Gerçi Türkiye ile benzer konumda olan Hırvatistan ve diğer adaylar için de durum aynı.
Ama küresel vizyon iddiasına sahip bir birlik adına böyle bir yıldönümü vesilesiyle verilen mesajın çok daha kapsayıcı olması beklenirdi.
Anlaşılan o ki, Merkel’in ufkundaki darlık, bu fırsatın da böyle heba edilmesini netice verdi.
Daha yakınlarda, Türkiye’nin 50 yıl sonra bile AB üyesi olamayacağı anlamında sözler sarf eden Merkel’in, Avrupa kimliğini Hıristiyan-Yahudi köklerine dayandırırken İslâmı dışlamış olması da aynı dar bakış açısının bir tezahürü.
Ve bunların şaşılacak bir tarafı yok. Başından beri bilinen ve beklenen tavır ve söylemler.
Burada asıl olan, bu çeşit dışlayıcı yaklaşımlara rağmen Türkiye’nin AB sürecinde aldığı mesafe ve ulaştığı nokta. Yedi yılı aşkın süredir resmen adayız; hayli ağır işliyor olsa dahi, bir buçuk yıldır da müzakerelere devam ediyoruz.
Peki, bu süreçte işler yolunda mı?
Doğrusu, tam olarak yolunda olduğunu söylemek hayli zor. Çünkü müzakerelerin başladığının ilân edildiği tarihten bu yana bir buçuk sene geçmesine rağmen, 36 başlık içinde müzakeresi tamamlanan başlık sayısı sadece 1.
Her başlık için bir buçuk yıl gerekecekse, müzakerelerin bitmesine Merkel’in telâffuz ettiği yarım asır da yetmeyecek demektir!
AB Konseyinin genişlemeden sorumlu üyesi Ollie Rehn, Mehmet Ali Birand’a müzakerelerin “hızla devam ettiğini” söylerken bazı dikkat çekici dokundurmalar da yapıyor
Meselâ “Tren kazası önlendi” diyor. Ama raylarda birtakım hasarlar olduğu için hızın ideal seviyede olmadığını söylüyor. Ve “Şimdi öncelikli olarak rayların tamir edilmesine odaklanmalıyız” diye ekliyor (Posta, 27.3.07).
Orijinali Radikal’in Kriter ekinde yayınlanan bu röportajda Rehn sözü 301’e getirerek, “Sorun ortadan kaldırılmış veya 301’in uygulaması Avrupa standartlarına uygun bir şekilde yapılmış olsaydı, yaşadığımız birçok olay engellenmiş olurdu” yorumuyla, raylardaki hasarın en önemli sebeplerinden birinin altını çiziyor.
Ve bir kez daha “Türkiye ifade özgürlüğüne ilişkin yasalarını Avrupa standartlarını yakalayacak şekilde değiştirmedikçe, AB’deki konumuna zarar verir” hatırlatmasında bulunuyor.
Ama bu uyarı Türkiye’nin ne kadar umurunda? Cevabı, verilen onca söze rağmen, 301’de çözüm çabalarını yine rafa kaldıran tavır çok açık bir şekilde veriyor. Ve böylece, AB Daimî Büyükelçimizin aylar önce söylediği “Seçimden önce 301 değişmez” sözü doğrulanıyor.
Aynı diplomatın “Bilim-araştırma faslının açılmasını, iç dinamikler sebebiyle biz istemedik” beyanı ise, sorunun 301’den ibaret olmadığını, statükonun direnişinin başka alanlarda da güçlü bir şekilde devam ettiğini gösteriyor.
Bilim-araştırma faslında müzakereler başlarsa statükonun tabuları da tartışmaya açılacak.
Bakalım, hükümetin Nisan’da açıklayacağı 7 yıllık AB programında bu fasıl nasıl yer alacak?
29.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|