“Men talebe ve cedde vecede.”
Bu ifade kim ciddiyet ve samimiyetle birşeyi isterse ona kavuşacağını ifade ediyor.
Bir insan herhangi bir şeyi can ü gönülden, içtenlik ve samimiyetle isterse ona kavuşabilir mi?
Evet. Bu, “Bir kimse, içinde dua etme arzusu uyandığında hemen dua etsin. O arzuyu veren Allah, istenileni de verecektir” hadis-i şerifine de uygun düşüyor. “Vermek istemeseydi istemeyi vermezdi.”
“Duâ edin ki icabet edeyim” meâlindeki âyet de buna dikkat çekmiyor mu?
Ezanın, Kur’ân’ın yasaklandığı dönemlerde çocuk yaşta olan Şakir Ağabey, babası ve arkadaşlarının sohbetleri esnasında âhirzamanın dehşetinden, alâmetlerinin bir bir çıktığından, ebedî hayatların bile tehlikeye düştüğünden ve insanların manevî bir kurtarıcıyı dört gözle beklediklerinden söz ettiklerinde o çocuk safiyetiyle, “Ya Rabbi,” der. “Ben de iman safında yer alayım. Bana o manevî kurtarıcıyı tanıt” diye duâ edermiş.
Cenab-ı Hakkın, milyonların imanını kurtaran Risale-i Nurlarla tanışmayı nasip ettiğini söylerdi.
Salih Bey de dinî öğrenim aldığı halde bir türlü dinî hayata girememiş. Hocalardan duymuş. Cuma günü, imam, minberden inip mihraba gidinceye kadar yapılan dualar makbul olurmuş diye. Hâlinden memnun olmadığı için hep onu kollar, “Ya Rabbi, beni kurtar. Bana yolunu göster” diye çok dua eder, kurtuluş istermiş. Hâlini gören anne ve babasının da kendine çok dua ettiklerini, gün gelip bu duanın kabul edildiğini, Allah yoluna girdiğini, Nurlarla tanıştığını söyler.
Bir insan için binlerce, hatta sonsuz fayda ve nurları bulunan imanın ihsan edilmesi kadar büyük bir nimet olabilir mi? Şu helâket ve felâket asrında yaşayıp da imanları çabuk sönebilen taklidîlikten kurtarıp tahkiki yapan, Kur’ân’ın bu asra bakan hakiki, kuvvetli ve bürhanlı bir tefsiri olan Risale-i Nurlarla tanışmak da ayrıca büyük bir nimet.
Bir imtiyaz mı bu? Hayır bir ikram ve iltifat. Kimbilir bu ikram ve iltifata, rıza-ı İlâhiyeyi memnun eden hangi davranışımız sebebiyle kavuştuk.
İşte bu ihsana eren Nur talebelerinin kendilerini bu felâket asrında kurtaran Rablerine şükür olarak harıl harıl çalışmaları, başkalarının da kurtulmaları için didinmeleri bu nimete şükranın bir ifadesidir.
“Hususî olarak bir ilm-i Kur’ânî ve hikmet-i imaniye verdi” diye tahdis-i nimette bulunan Üstad, o nimetin bir şükran ifadesi olarak milletin imanının kurtulması için kendini fedâ etmiş, Cehennemin alevleri içinde bile yanmayı göze almıştı.
Demek nimet, büyüklüğü ölçüsünde büyük şükür ve gayret istiyor.
29.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|