Benim diyerek sahiplendiklerimiz gerçekten bizim olsaydı, acaba onları terk eder miydik? Ben, son durağı belirsiz bir yolda ilerliyorum, benim dediklerimin hiç birisi bana yol arkadaşlığı etmiyorlar. Her durakta birisi beni terk ediyor. Bunlar benim olsaydı, beni bırakıp giderler miydi? Veya ben onları elimden bırakır mıydım acaba?
Demek ki benim dediklerimin hiç birisi benim değilmiş.
Benim çocukluğum, benim gençliğim, benim sağlığım sıhatim diyoruz ama, hiç birisi bizde kalmıyor. Şöyle bir geriye doğru dönüp bakıyorum, bir zamanlar benim olanların birçoğu bugün benden ayrı ve uzakta bulunuyor. Onları tekrar elde etme imkânım da yok. Her gün bedenimizden bir şeyler değişiyor, bazı hücreler gidiyor, yenileri geliyor. Belli bir yaştan sonra gidenler artarken, gelenler azalıyor. En sonunda “benim” dediğimiz cesedimiz de bizden ayrılıp toprağın bağrına düşüyor.
Demek ki bu beden bize ait değilmiş.
Çok güzel bir eve, çok değerli eşyalara, son model arabalara sahip olanlar var. Kimisi fabrika sahibidir, kimisinin şirketleri, holdingleri vardır. Kimisi de çok büyük bir şöhret ve servet sahibidir. Ama bir bakarsınız, bir deprem olur, sarayları köşkleri yerle bir olur. Bir kaza meydana gelir, son model arabaları hurdaya döner. Şirketler iflas eder, holdingler batar. Bugün sevilen ve alkışlanan ünlü bir sanatçı, yarın unutulur gider, şöhretini de servetini de kaybeder.
Demek ki insana verilen mal, mülk, servet ve şöhret ona ait değilmiş.
Eskiden dünyayı titreten krallar, hükümdarlar ve padişahlar vardı. Koca kıt’alara hükmederler, ülkelere “Benim ülkem”, milletlere “Benim teb’am” derlerdi. Ama bugün ne krallar ve hükümdarlar var, ne de o ülke ve insanlar yerinde duruyor. Dünyayı taht-ı emrinde zanneden hükümdarların bugün hiç birisinin ne hükmü geçiyor, ne tacı tahtı yerinde duruyor.
Bir çok yerlerde eski ören yerleri vardır. Bazılarının büyük kısmı yıkılmış, bazılarının sadece bir duvarı duruyor, bazılarının da temel taşlarından başka bir şeyi kalmamıştır. Kitabelerine bakarsınız, bilmem kaç bin yıl önce, bilmem hangi kralın sarayı veya köşkünün kalıntısı olduğu yazar. Bir zamanlar o krallar, buralara “Benim sarayım, benim köşküm, benim mülküm” diye sahip çıkıyorlardı. Ama bugün ne krallar var, ne sarayları yerinde duruyor.
Yunus Emre’nin, “Mal sahibi mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi” dediği gibi, hiçbirinin bugün ilk sahipleri hayatta yoktur.
Demek ki o saltanatın sahibi onlar değilmiş.
Bir insan vaktini boşar harcar, servetini boş yere sarf eder, hayatını boşa geçirir, kendisini ikaz edenlere de “Size ne oluyor, bu benim hayatım” derse, ne kadar büyük bir akılsızlık etmiş olur değil mi? Halbu ki, o hayat onun olsaydı, kendisini terk edip gitmeyecekti. Ama bakıyorsunuz, “Bu benim hayatım” diyen birisi, az sonra hayatını kaybetmiş. Yani hayat kendisini terk etmiş gitmiş.
Demek ki hayatımız da bizim değilmiş.
Bütün bunlar bize emanet olarak verilmiş, bir müddet kullanmamıza ve istifade etmemize müsaade edilmiş. Bu geçici dünyada, her şeyin harap olup zayi olduğu şu hayatta, bizim bunlara sahip olamayacağımızı bilen Rabbimiz, bunları bizden almak korumak istemiş, başka bir âlemde daha güzel bir şekilde ve ebedî olarak bize geri vereceğini teklif ve vaad etmiş.
Bize düşen, böyle bir teklifi canımıza minnet bilmektir, bin teşekkür ile kabul etmektir.
29.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|