Korku insan fıtratında olan bir duygudur. Bütün duygular gibi korkuların da insan hayatında önemli bir görevi bulunmaktadır. Korkuların biz insanlar için kâbus haline gelmesinin temelinde korku hissini yerli yerinde kullanmamamız bulunmaktadır.
Korkulması gerekenden korkmadığımız ve korkulmaması gerekenlerden korktuğumuz için, aslında insan için bir nimet olan korku hissini, dünyada cehennemî bir hayat yaşamaya vasıta yapıyoruz.
Her duygu gibi korku hissini de şeytanın tasallutundan kurtarmamız gerekmektedir. Aksi takdirde bütün güzellikler bizim için çirkinliğe, bütün sükûnetler bizim için karmaşaya, bütün huzurlu haletler bizim için sıkıntılara inkılâp edecektir. Peygamber Efendimizin (asm) hadis-i şeriflerinden, korkuların istimal edilmesi gereken alanları rahatlıkla görebilmek mümkündür. Her meselede olduğu gibi, Sünnet-i Seniyyeyi kendimize rehber edinirsek korkuda dahi büyük lezzetlerin var olduğunu yaşayarak öğrenebileceğiz.
Rabb-i Rahimin Habib-i Ekremi (asm), Allah’tan korkanın hiçbir mahlûkattan korkmayacağını, Allah’tan korkmayanın ise her an her mahlûkattan korkabileceğini bizlere ifade buyurmaktadır. Bizim en büyük problemimiz korkuyu yerinde kullanmamaktır. Bütün sıkıntıların yok edicisi, Allah’tan korkma duygusunu tam anlamıyla hayatımıza geçirebilme haletidir. Bütün mahlukata karşı insanın kendini emniyette hissetmesi ancak Allah korkusuyla mümkün olabilmektedir.
Allah’tan korkmak ile mahlûkattan korkmak arasında büyük farklar bulunmaktadır. Zira Allah’tan korkan Ona yönelecek, Ona yakınlaşacak, Onu sevecek; mahlukatta korkan ise korktuklarından hep uzaklaşmak isteyecek, korktuğu yaratıktan nefret edecektir.
Korkmanın sevgiye inkılâp etmesinin örneğini hepimiz hayatımızda yaşama imkânına sahibiz. Bu korkunun nasıl sevgiye dönüştüğünü uygulama ile görebilme imkânına da sahibiz. Bunun için, küçük evlâdını tokatlayan bir anne ile, tokatı yiyen çocuk arasındaki münasebeti takip etmek yeterli olacaktır. Çoğumuzun şahit olduğu gibi, annesinden tokat yiyen çocuk, annesinden kaçmamakta, aksine yine annesinin şefkatli sinesine sığınmaktadır.
Başta insanlar olarak, bütün mahlûkattaki annelerin şefkati, ancak Rahman ve Rahim olan Rabbimizin şefkatinin küçük bir yansımasıdır. Böyle olunca, her halûkârda Hâlık-ı Kerim olan Rabbimize yönelmek ve sadece Ondan korkmak çok daha tatlı ve mânâlı olacaktır. Bizler Ondan korktukça Onun dergâhına yönelecek ve Onun Rahmet deryasına banmış gibi kendimizi hissedeceğiz.
Korkunun gerçek mecrasında kullanılması neticesinde, dünya bomba olup patlasa bile korkup titremeyecek, her şeyin dizgininin Allah’ın elinde, her şeyin anahtarının Onun yanında olduğunu düşüneceğiz. O izin vermediği takdirde hiçbir surette kimsenin bize zarar vermeyeceğini düşünür ve meydana gelen olayları huzur ve sükûnla takip etmekten başka elimizden bir şey gelmediğine inanırız. Bu inanç bizi dünyada huzurlu kılacağı gibi, Ahirette de bu tevekkül ve teslimiyetimizin büyük mükâfatını alacağız.
Bilhassa yaşadığımız asırda, her zamankinden daha fazla Mehafetullaha ihtiyacımız bulunmaktadır. Çünkü insanlar her zamankinden daha fazla canavarlaşmıştır. Ve bizler canavarlaşan insanların cinayetlerini her gün öğrenebilme ve hatta görebilme bedbahtlığına maruz kalan bir nesiliz. Eğer Kâinat Yaratıcısını aklımıza getirmezsek, zalimlerden korkmak, olaylar karşısında titremek bizim için her gün mümkün olacak, dünya hayatı bizim için bir zindan haline dönüşecektir.
Dünya hanına gelen hangi ceberut insan, dünyada, istediği ve arzuladığı gibi devamlı yaşama imkânına kavuşmuştur? Kim ölümden kaçabilmiştir? Çaresi bulunmayan hastalıklar karşısında, dünyanın en büyük maddî imkânlarına sahip olanlardan hangisi ayakta kalabilmiş, sıhhat ve âfiyetini muhafaza edebilmiştir?
Demek insanlık için tek çare vardır. O da Kâinat Yaratıcısına yönelmek ve Ona karşı acizliğini ve fakirliğini anlayabilmektir. Gerisi boş, hem de bomboş...
02.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|