Dünyanın ölümünü haber veren maddî ve mânevî işaretler bir bir belirmeye başladı.
İşte, bu işaretlerden bir kaçı.
1) Şu ana kadar yapılan ve el altında tutulan nükleer bombalar, hidrojen–kimyasal–biyolojik silâhlar bile, dünyayı harap edecek, arzın dengesini bozacak raddeye varmış durumda.
2) Eski çağlarda kavimleri helâke götüren zulüm ve günahkârlıklar, bu gün yeryüzünü istilâ etmiş, bütün insanlığı ciddî şekilde tehdit eder bir durumda. Hz. Muhammed (asm) ümmetine umumî bir helâk gelmediği için, çığrından çıkan insanlığın başına toptan helâk geliyor, yani kıyâmet kopuyor.
3) Gelişen teknoloji, âdeta mucize sınırına gelip dayandı. Mucize devri kapandı; ancak, teknik icad, buluş ve keşiflerdeki ilerleme o dereceye vardı ki, insan daha ötesini tahayyül edemiyor. Daha ötesi mucize olacağından, bu hususta da yolun sonuna doğru yaklaşıldığı kanaati hasıl oluyor. Kaldı ki, teknoloji hayatı kolaylaştırmakla beraber, rahatı, huzuru, sükûnu kaçırıyor, insanı adeta esir alıyor.
4) Dünyanın fizikî, biyolojik ve ekolojik dengesi ciddî mânâda değişmeye, hatta bozulmaya başladı. Ki, bu yazının ana konusu da budur.
Uzun zamandır konuşulan, tartışılan bu konu hakkında, nihayet Birleşmiş Milletlerden de yeni ve son derece önemli bir açıklama geldi.
BM'ye bağlı olarak faaliyet gösteren Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından hazırlanan raporuna göre, küresel ısınmanın planktonlardan (*) kutup ayılarına, dünyanın en Güney noktasından en Kuzeyine kadar, yeryüzündeki hemen bütün canlılar üzerinde beklenen ciddî etkisi ortaya çıkmaya başlamış bulunuyor.
AP'nin haberine göre, IPCC tarafından açıklanması beklenen ve 100'den fazla ülke hükümetinin tayin ettiği iki bin civarındaki ilim adamının iştirakiyle hazırlanan raporda, ayrıca şu ifadeler yer aldı: ''İklimdeki değişiklikler, artık tüm kıt'alarda fiziksel ve biyolojik sistemleri etkiliyor. 'Yüzlerce canlı türünün eski yayılma alanları değişmiş, ekosistemler bozulmuş durumda. Dahası, Kuzey ve Güney kutuplarındaki hayvan ve bitkiler dahil, hemen tüm canlı türlerinin hayat tarzlarında çok büyük değişiklikler görülmeye başladı."
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, bazı risâlelerinde "dünyanın sekerâtı"ndan bahsediyor. (Aşağıda orijinal bir ifadesini okuyabilirsiniz.)
Şimdiye kadar ortaya çıkan işaret ve alâmetler, dünyanın sekerât vaktinin çok yaklaşmış olduğunu gösteriyor.
Dünyayı kirlete kirlete hayatı yaşanmaz hale getiren insanlık camiası, şimdi kara kara düşünmeye başladı.
İnsanlık, öte yandan dünyanın ömrünü uzatmak için, ciddî tedbirler almaya kendini mecbur görüyor. Alınacak tedbirlerle, elbette ki dünyayı daha güzel ve daha yaşanılır bir hale getirmek de mümkün.
Ancak, yine de âkıbetin sekerât–ı mevt ve nihayet kıyâmet olacağı muhakkaktır. İhtiyarlayan insanın ölümü mukadder olduğu gibi, şu fâni ve ihtiyar dünyanın kıyameti dahi mukadder ve muhakkaktır. Boşuna "Dünya fâni" denilmemiş.
Hâsılı, dünyayı güzelleştirmek ve çirkinleştirmemek de çok mühim; ama, asıl mühim olan öbür dünyayı, yani âhiret hayatını mâmur edebilmek.
(*) Plankton, suda bulunan, hareket yeteneği akıntıya bağımlı olan mikroskobik boyuttaki tek hücreli canlılara verilen genel isimdir.
Bediüzzaman diyor ki...
Şu dünyanın sekerâtını, âyât-ı Kur’âniyenin işaret ettiği sûrette tahayyül etmek istersen, bak: Şu kâinatın eczâları dakîk, ulvî bir nizam ile birbirine bağlanmış; hafî, nâzik, latîf bir râbıta ile tutunmuş ve o derece bir intizam içindedir ki, eğer ecrâm-ı ulviyeden tek bir cirm, kün emrine veya "Mihverinden çık" hitâbına mazhar olunca, şu dünya sekerâta başlar. Yıldızlar çarpışacak, ecrâmlar dalgalanacak; nihayetsiz fezâ-i âlemde, milyonlar gülleleri, küreler gibi büyük topların müthiş sadâları gibi vâveylâya başlar. Birbirine çarpışarak kıvılcımlar saçarak, dağlar uçarak, denizler yanarak, yeryüzü düzlenecek. İşte, şu mevt ve sekerât ile, Kadîr-i Ezelî kâinatı çalkalar, kâinatı tasfiye edip Cehennem ve Cehennemin maddeleri bir tarafa, Cennet ve Cennetin mevadd-ı münâsibeleri başka tarafa çekilir; âlem-i âhiret tezâhür eder. (Sözler, s. 490)
GÜNÜN TARİHİ 2 Nisan 1868
Danıştay'ın (Şûrâ-yı Devlet) kuruluşu: 1868
Açılış merasimi padişahın da iştirakiyle 10 Mayıs'ta yapılan Şûrâ–yı Devlet'in (Danıştay'ın) kurulması kararı kabul ve tasdik edildi.
Sultan Abdülaziz zamanında ve onun fermanıyla kurulan Danıştay, Osmanlı tarihinde demokratik anlam taşıyan belki de ilk Meclis teşekkülüdür.
Zira, o tarihte teşkil olunan bu Şûrâ–yı Devlet'in üyeleri, Osmanlı ülkesinin muhtelif merkezlerinden seçilerek (tensip edilerek) geldiler.
Bu teşkilât, ayrıca vatandaşın (tebeanın) hukukunu devlete karşı koruyan ve savunan bir millî meclis şeklini aldı. Kuvvetler ayrılığı prensibine dayanarak çalışan Danıştay, padişahın yetkilerini dahi sınırlandırmış durumdaydı.
Şûrâ'nın açılış merasiminde konuşan Sultan Abdülaziz'in şu sözleri, yeni kurulan bu meclisin yetki ve sorumluluk alanını da tayin ediyordu: "Bu teşkilât–ı cedide (yeni müessese), kuvve–i icraiyenin (hükümetin), kuvve–i adliye, kuvve–i diniye ve kuvve–i teşriîyeden tefriki esasına müstenittir." (Yani, kuvvetler ayrılığı esasına dayanır.)
Padişah, konuşmasına devamla şunları dile getirdi: "Bu devlet meclisi, aynı zamanda Suriyelilerin, Bulgarların, Boşnakların, velhâsıl tekmil unsurların erbâb–ı iktidarı için müşterek bir merkez olmalı ve bu erbâb–ı iktidar, vükelâya (vekillere) yardım etmeli."
Ülkenin demokratikleşmesi yolunda açılan bu önemli adım, bazı totaliter kafalı kimselerin huzurunu kaçırdı.
Bunlar, bir müddet sonra padişaha karşı bir komplo hazırladılar. Önce onu tahttan indirdiler, ardından da–intihar süsü vermek için–iki bileğini keserek onu katlettiler.
* * *
Danıştay'ın yetkileri, kurulduktan on yıl sonra (1878), ne yazık ki daraltıldı.
Anayasa'nın rafa kaldırılması, Meclis–i Mebusan'ın kapatılması ve Meşrûtiyet'in askıya alınmasıyla eş zamanlı olarak yapılan bir müdahale ile, Danıştay'ın da manevra alanı daraltılmış oldu.
Devletin en üst yargı organlarından biri olan ve 4 farklı daireden oluşan Danıştay, 4 Kasım 1922'de kapatıldı; ancak, 6 Temmuz 1927'de tekrar açılarak faaliyetine devam etti.
02.04.2007
E-Posta:
[email protected]
|