Cumhurbaşkanlığı seçimi tarihi yaklaştıkça, adaylar hakkındaki görüş ve düşünceler de netleşmeye başlıyor.
Her vatandaşın gönlünde ayrı bir cumhurbaşkanı adayı yatıyor. Bu sebeple de biribirinden çok farklı prototipler tarif, hatta teklif ediliyor.
Köşke çıkacak yeni aday için yapılan bazı teklif, tarif ve tavsiyeler ise, cidden çok şaşırtıcı geliyor.
İşte, şaşırtan tariflerden birini de, dünkü köşe yazısında M. Şevket Eygi yaptı. Sorulu–cevaplı tarzda kaleme alınan bu yazının bir bölümü şöyle:
"Soru: Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı olursa şayet, orada durabilir mi?"
"Cevap: İşte bu çok zor olur. Yükseklere çıkmak başka şeydir, oralarda durmak, oturmak başka şey. Kendisini kesinlikle rahat bırakmazlar, dehşetli bir çekişme başlar, büyük gerginlik ve kriz oluşur."
Eygi Hoca, yazının devamında gelen "Çankaya için nasıl bir aday lâzımdır?" sorusuna ise, bakın ne cevap veriyor:
"Cevap: Böyle bir adayda bulunması gereken birinci şart onun bir MUTABAKAT/UZLAŞMA adayı olmasıdır. Yani ülkedeki güçlerin en az yüzde doksanı bu adayı kabulde anlaşacaklardır.
Aynı yazı içinde yer alan aynı hususla bağlantılı bir sorunun cevabı ise şöyledir: "Dindar olmayacak; ama din, inanç, inandığı gibi yaşamak, düşünce hürriyetine taraftar olacak. Dinî tatbikatı olmayacak. Eşi ve ailesi Batı hayat tarzını benimsemiş olacak. Resmî ideoloji takıntısı olmayacak... Sabataycı kökenli olmayacak. Etnik kökeni Oğuz Türkü olursa tercihe şayandır. İçki içebilir. Laik olacak ama kesinlikle 'laikçi' olmayacak. Üç–beş yabancı dil bilecek. Eşitlikçi olacak, ayırım yapmayacak. Mal ve servet beyanı şeffaf olacak."
Cevapların devamında, Eygi Hoca, Tayyip Beyin bu sıfatlara sahip olmadığını, dolayısıyla aday olmaması gerektiğini, hatta iktidar oldukları halde muktedir olmadıklarını açık bir biçimde ifade ediyor.
Köşemize M. Şevket Eygi'yi misafir etmişken, onun yine aynı yazısının sonunda çizmiş olduğu çok karamsar bir tabloya da kısaca değinmeye çalışalım.
Son sorulardan biri şöyle: "Son 35–40 yıllık İslâmcılık cereyanını nasıl değerlendiriyorsunuz?"
Eygi Bey şöyle cevap veriyor: "İslâmcılar imtihanı kayb etmişlerdir. Onları destekleyen Müslümanlar da kayb etmiştir... Geleceğimiz de maalesef değildir. Ufukta büyük buhranlar, fırtına alametleri görülüyor."
Millî Gazete yazarının böylesine karamsar bir tablo çizmesine doğrusu bir mânâ veremedik.
Ancak, şunu anladık ki, ülkenin geleceğine bu derece karamsar bakan bir kimsenin nazarında "Dindar olmayan, Batı hayat tarzını yaşayan, içki içebilen ve de laik olan" biri ancak Cumhurbaşkanı olabilir.
Vemine'l–garâib...
GÜNÜN TARİHİ 31 Mart 1923
Lozan: Aferin çocuklar, gelin görüşelim
Londra'da toplanan İtilâf Devletleri (Türkiye karşıtı) temsilcileri, Ankara hükümetine cevap vererek Lozan'da kesintiye uğrayan görüşmeleri sürdürme kararı aldı.
22 Kasım 1922'de başlayan I. Lozan Konferansı, 4 Şubat 1923'te kesilmiş ve herhangi bir antlaşma yapılamadan görüşmelere ara verilmişti.
Aradan 34 günlük bir süre geçtikten sonra, yeni bir barış metni (sulh planı) hazırlayan Ankara Hükümeti, bunu yani 8 Mart günü İstanbul'da bulunan İtilâf Devletleri temsilcilerine verdi. Karşı taraf ise, Türkiye'nin teklifine 23 gün sonra cevap verdi.
I. Lozan Konferansıyla ilgili olarak, Millet Meclisi'nde 20 Şubat–8 Mart tarihleri arasında mükerrer görüşmeler (gizli celse) yapıldı.
Görüşmelerde hararetli, hatta zaman zaman kırıcı tartışmalar yaşandı.
Meclis'teki vekiller, tam anlamıyla iki gruba ayrıldı: Bunları Ali Şükrü Bey ve Hüseyin Avni Beyin başını çektiği grup ile M. Kemal ve İsmet Paşanın başını çektiği grup şeklinde isimlendirmek mümkün.
Bir de bu grupların, özellikle birinci grubun arkasında tetikçiler, yalakalar, gözdağcılar ve "kraldan fazla kralcı"lar vardı.
Fikrî ve siyasî atmosfer, ağırlaştıkça ağırlaşıyordu.
8 Mart'tan sonra, birinci grubun adamları, ikinci grubun adamlarını korkutmaya, sindirmeye, hatta tasfiye etmeye koyuldu.
Muhalif grubun liderlerinden Ali Şükrü Bey, bir siyasî tertip sonucu vurularak şehit edildi. Böylelikle, muhalif sesler kıstırılıp susturulmuş oldu.
Gerilim dozu alabildiğine yüksek bu cinayet hadisesinin hemen ardından ise, Birinci Meclis'in feshedilerek yeni bir seçime gidilmesi çalışmalarına başlandı.
Nitekim, Londra'dan gelen "II. Lozan Konfesansı başlasın" haberinin Ankara'ya ulaştığı aynı günün ertesinde, Meclis'in yenilenmesi, yani genel seçim yapılması kararı alındı.
Ne gariptir ki, seçim kararı katakulliye getirildi ve birinci gruptakilerin hemen tamamı seçilecekler listesinden tasfiye edildi.
Yine ne tuhaftır ki, hemen bütün ordu komutanları milletvekili adayı gösterilerek listelerin birinci sıralarına alındı.
İşte, Lozan görüşmelerini başlatacak olan İtilâf Devletleri, meğerse Türkiye'de bu gelişmelerin yaşanmasını bekliyormuş ki, bundan sonra olacaklara da tam kanaat getirdikten sonra Lozan Konferansı İkinci Celse Görüşmelerini başlatma kararı aldı.
Bütün bunlar gösteriyor ki, Lozan Konferansının biri görünen, diğeri ise görünmeyen iki yüzü varmış.
İşte, bu ikiyüzlülüğün katmerli bir versiyonu bizdeki Millet Meclisi'nin çatısı altında boy göstermiştir ki, ecnebilerden de okkalı bir aferin almayı hak edebilmişler.
31.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|