Türkiye’nin ihtilâllerden neler çektiğini hepimiz biliyoruz. Öyle ki, geçmiş ihtilâllere imza atanlar bile zaman geçtikten sonra bu ihtilâllerin Türkiye’ye fayda değil zarar verdiğini itiraf etmişlerdir. Bunun en son örneği, 12 Eylül 1980 ihtilâline imza atan ‘paşa’lardır. Aradan çeyrek asır geçtikten sonra “İhtilâller Türkiye’ye bir şey kazandırmadı” anlamında görüşler beyan etmişlerdir.
İhtilâl tartışmaları son günlerde yeniden alevlendi. Gerçi Türkiye’de ‘ihtilâl ihtimali’yle ilgili tartışmaların sona erdiğini görmedik. Bir yandan Avrupa Birliği üyeliği yolunda ilerlerken, öte yandan da “İhtilâl olur mu, olmaz mı?” konusunu sürekli tartıştık. Bu tartışmalar esnasında “İhtilâl ihtimali var” diyen çıkmadı, ama buna rağmen endişeler de izale olmadı.
Emekli bir ‘denizci’ye ait olduğu iddia edilen ‘günlük’lerin Nokta dergisinde (29 Mart-4 Nisan 2007) yayınlanmasıyla birlikte tartışma yenilendi. Günlüklerde yazılanların özeti, ihtilâl ihtimali değilse de ‘niyet’inin ciddî olarak devam ettiğini gösteriyor. ‘Günlük’ler inkâr edilse de, meseleyi halletmiyor.
İfşa edilen günlükler ‘gerçek’ olmasa bile, bir şeyi gösteriyor: Bütün ihtilâller, birbirinin geliştirilmiş kopyasıdır! Yaşanan ihtilâllerin birbirine olan benzerliği, herkese; “Biz bu filmi seyretmiştik” dedirttiği gibi, ifşâ edilen günlük de “Biz bu hazırlıklara şahit olmuştuk” dedirtiyor. İhtilâle niyetlenenlerin yaptığı ilk şey; her zaman olduğu gibi ‘sivil kuvvetler’i harekete geçirmek oluyor. Üniversiteler ve sendikalar başta olmak üzere bütün ‘sivil kuvvet’ler ihtilâl zemini hazırlamak için göreve çağrılıyor.
Gerek 28 Şubat 1997 öncesi ve sonrasına, gerekse benzer tartışmaların alevlendiği günlere baktığımızda bu ‘niyet’in icra safhasına konulduğunu görüyoruz. İhtilâl niyeti olanların, ‘zemin’ hazırlamak için müracaat ettiği ikinci bir adres de yine her zaman olduğu gibi medya oluyor. İnkâr edilen ‘günlük’lerde de, bu iş için medyanın ihmal edilmemesi üzerinde duruluyor ki, medyanın yayınlarına bakınca da bunu görmek mümkün. Türkiye’den ‘irtica’ tehlikesinin hiç sona ermemesi ve her fırsatta yeni ‘irtica görüntüleri’nin manşetlere taşınması başka ne ile izah edilebilir? Yüz defa yalanlanan haberlerin, aradan yıllar geçse de yeniden manşetlere taşınması ‘zemin hazırlama’ çalışması değil miydi?
Siyasetçiler son tartışma üzerine güzel ve haklı sözler söylediler. Tümü, ihtilâllerin çare ve çözüm olmadığını ve rüyalarımıza dahi girmemesi gerektiğini hatırlattılar. Bu tesbitleri dile getirmekte yüzde yüz haklılar. Ancak onlara düşen, sadece bu ‘güzel’ tesbitleri dile getirmek olmamalı. İş dönüp dolaşıyor ve ihtilâlciler ile ihtilâl planlayanlara hukuk kuralları içerisinde ‘hesap’ sormaya dayanıyor. Bu güne kadar bu ‘hesap’ sorulamadığı için ihtilâl endişesi bu güne kadar devam etmiş. Teklif edildiği üzere, bu konuların Meclis’te gündeme gelmesi ve araştırılıp soruşturulması gerekir.
Bu arada, ihtilâlcilerin ‘bahanesi’ olmaya devam eden, İç Hizmetler Kanununun meşhur 35. maddesinin de ele alınması vakti geçmedi mi? Elbette sadece ‘madde’ değiştirmekle ihtilâller önlenmez; ancak en azından bahane ve kılıf bulmakta zorlanabilirler.
“Hayır, zorlanmazlar. Yedekte bekleyen ‘kılıflar’ mutlaka vardır” diyorsanız, siz de haklısınız!
31.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|