Sanki her şey zaman tünelinde kalmış gibiydi.
Bir gün önce canlı yayında grup toplantısında horul horul uyuyan Konya Milletvekili Mustafa Ünaldı bu kez de mescidde kurulduğu bir sandalyenin üzerinde kestiriyordu.
Kulisler yine doluydu. Salı günü üç grup toplantısı aynı sıralarda yapıldığı için Meclisin koridorları, iktidar-muhalefet kulisleri, grup salonları tıklım tıklım oluyor. Ancak seçimin ucu gözüktü ya, artık Meclis dolup dolup boşalıyor.
Muhalefet kulisinin tenha olduğu bir andı. İktidar kulisinde ise birbiri ardına çıkarılan vetolu yasalar için milletvekilleri iki de bir oylamaya koşup, tekrar geri çay-kahve ve sigara molası için kulise çıkıyorlardı.
Baykal’ın yeri göğü yırtmasına rağmen CHP kulisinde cumhurbaşkanlığı seçiminin pek konuşulmaması dikkatimi çekti.
Özal aday olduğunda DYP kulisinde her gün bu konu tartışılırdı. Aralarından bir de sine-i milletçi çıkmıştı. Murat Sökmenoğlu her fırsatta, “Çankaya’ya çıktığı gün istifa edeceğim” derdi. Özal seçildi Sökmenoğlu sine-i millete döndü.
CHP’lilerin arasından bir sine-i milletçi bile çıkmadı. Tek konuştukları seçim. CHP milletvekillerini seçim ateşi sarmış durumda.
AKP kulisinde ise varsa da yoksa da cumhurbaşkanlığı seçimi konuşuluyor. Bu seçim doğrudan onların geleceğini de etkiliyor.
Doluya koyuyorlar almıyor, boşa koyuyorlar dolmuyor hesabı.
Tayyip Bey’in bir dönem daha başlarında kalmasını, bir kez daha tek başına iktidar olmayı istiyorlar. Ancak bunu talep ederken Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına da karşı çıkıyor pozisyonuna düşmek istemiyorlar.
Bir kısmı da tabiî ki listeleri düşünüyor. Erdoğan başlarında kalırsa listelere gireceklerini hesaplayanlar ile Abdullah Gül gelince durumunun ne olacağını bilemeyenler çoğunlukta.
Vekiller cumhurbaşkanlığı seçiminden başka bir şey konuşmuyorlar, ama bir yandan da bölgelerindeki durumlarını da kontrol ediyorlar. Eee ne de olsa sandığın ucu gözüktü.
Bu arada AKP teşkilâtlarına yönelik Çankaya anketi de sürüyor. İlk sonuçların ‘yüzde 45 aday olsun, yüzde 55 olmasın’ şeklinde olduğu belirtiliyor.
Bazı milletvekilleri bundan umutlanarak, “Tayyip Bey önce nefsim demez, önce Türkiye der” şeklinde değerlendirmelerde bulunuyorlar. Erdoğan’la İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminden bu yana birlikte olan bir milletvekili, “Refah Partisi kapatılmıştı. Bir grup yanına gittik. Seçim kazandık, iktidar olduk. Yüzlerine, gözlerine bulaştırdılar. Fazilet Partisine iştirak etmeyin, parti kuralım” dedik. Tayyip Bey o zaman, “Partimiz mağdur oldu. Mağdur olduğu bir dönemde ayrılamam. Ayrıca İstanbul bitmiş tükenmişti. Ayağa kaldırdık. İstanbul’da ben aday olmazsam bir daha kazanamayız. İstanbul’un bana ihtiyacı var” dedi ve belediyede kaldı” diye anlattıktan sonra, “Türkiye’nin bana ihtiyacı var diyebilir” dedi.
Bir başka milletvekili, “Semra Sezer’in devir teslim töreninde bulunmayacağı kesin mi?” diye sordu. O yönde bilgiler kuvvetleniyor cevabı verilince, “Kim olursa olsun mu?” diye üsteledi. “Hayır. Emine Hanım olursa. Başörtülü ya…” denilince, sanki o cevabı bekliyor gibi, “Yüzde yüz” diye fikrini söyledi.
Teşkilâta soruluyor, il başkanları ile toplantı yapıldı, ama henüz milletvekillerine düşünceleri sorulmadı.
Bunun için Nisan başında Kızılcahamam’da bir toplantı yapılması da düşünülüyormuş. Ama özel bir grup toplantısı yapılması daha çok geçerliymiş.
Milletvekillerinin elbette ki kendilerine has düşünceleri var. Ama onlar daha çok Tayyip Bey’in ne düşündüğünü merak ediyorlar.
Şimdiye kadar çok formül duydum. Ama bunu ilk kez işitiyorum. Milletvekilinin biri, “Keşke iki Tayyip Bey olsa. Yukarıda da ihtiyaç var, aşağıda da” dedi.
Önce tam da uyanık siyasetçiye uygun bir cevap diye düşündüm. Sonra hem Çankaya’nın, hem de başbakanlığın Türkiye için ihmal edilemez görevler olduğunu belirten sözlerine hak verdik.
Demokrasi bu işte. Birini seçmek zorundasınız.
“Keşke iki tane Tayyip Bey olsa” ile olmuyor…
30.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|