Başörtüsü meselesinde AKP hükümetinin dört buçuk yıl sonra geldiği nokta tam bir hüsran ve hayal kırıklığı tablosunu yansıtıyor.
Önce Millî Eğitim Bakanının, ardından Başbakanın “Bizim bu konuda verilmiş bir sözümüz yok” beyanları, kelimenin tam anlamıyla, tipik bir “havlu atma” tavrının ifadesi değil mi?
Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in sözleri ise, bu tavrın altındaki sebebi ele verir nitelikte:
“28 Şubat’ta, ‘Üniversiteye türbanla girilsin’ dediğim için yargılandım. Bugün ‘Üniversitede türbanla da okunur’ demiyorum. Anayasa Mahkemesinin kararı var. İleride mahkeme bunun tersi bir karar verirse ona göre davranırız.” (Posta gazetesinde çıkan röportaj, 18.3.07)
Başörtüsü meselesinde AKP’den hâlâ ümitli olanlar var mı bilmiyoruz, ama varsa Bakan Şahin’in bu sözlerini dikkatle okuyup düşünsünler ve nihaî kararlarını ona göre versinler.
Şahin’in, derinlere işlemiş bir kaygı ve çekingenliği açığa vuran sözleri, AKP’nin bu konudaki çözümü “Çankaya’yı aldıktan sonrası”na erteleyen planlarının da yürümeyeceğini, bu defa da Anayasa Mahkemesinin karar değiştirmesini beklemek gerekeceğini haber veriyor.
Mâlûm, RP’nin de, yerine kurulan FP’nin de Anayasa Mahkemesince kapatılmasının en önemli gerekçelerinden biri, “türban”dı.
Siyaset arenasında başörtüsü tartışmasının yine alevlendiği bir dönemde, zamanın Anayasa Mahkemesi Başkanının çıkıp, “Başörtüsünü savunmanın parti kapatma sebebi olduğunu hiç kimse unutmasın” tehdidinde bulunduğunu unutmak mümkün mü?
AKP’nin başörtüsü meselesindeki çekingenliğinin arkaplanında yer alan en önemli faktörlerden biri, işte bu fiilî durum olsa gerek.
Her ne kadar yine AKP döneminde yapılan anayasa değişikliği ile parti kapatmak zorlaştırıldıysa da, başörtüsüne özgürlük getirecek bir adımın hâlâ ciddî riskler taşıdığı, acı bir vâkıa.
Bu durum, başörtüsü yasağına siyaset yoluyla çözüm bulmanın zorluğunu gösteriyor.
Bu itibarla, çözüm arayışının siyasetten önce sivil toplum zeminlerinde yoğunlaşması, hukuk kurumlarını o zeminler üzerinden etkilemeye yönelik çabalara ağırlık verilmesi icab ediyor.
Tabiî, bu çabaların doğru bir eksene oturtulması da lâzım. İyiniyetle dahi olsa perakende ve palyatif çözüm formüllerinden medet umulmaması gereği ise bu zorunluluğun bir parçası.
Söz gelişi, Başbakanın bir ara söylediği “Hiç olmazsa özel üniversitelerde başörtüsü serbest olsun” yaklaşımı veya DYP liderinin böyle bir ayrıma gitmese de çözümü üniversitelerle sınırlı tutan çıkışları ve “Kamu hizmeti alana yasak konulmasın, hizmet veren başını örtemesin” formülünü sahiplenmesi ya da BBP liderinin “Yasak sadece üniformalılar için geçerli olsun” derken doktor ve hemşireleri de üniformalılar arasında sayması bunun bazı tipik örnekleri.
Bunlar içinde, kerhen dahi olsa kabul edilebilir olmaya en yakın formül Yazıcıoğlu’nunki gibi görünüyor. Ama sağlık görevlilerinin “üniformalılar” kategorisinden çıkarılması şartıyla.
Başörtülülerin askerlik ve polislik gibi üniformayla icra edilen mesleklerde çalışması gibi bir mecburiyet yok. Ama eğitim ve sağlık öyle mi?
Ve unutmayalım ki, temel haklar bölünmez.
31.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|