Maddeye hükmeden mânâ, insana hükmeden ise ruhtur. Ruha güç veren iman ve imandan kaynaklanan güzel haslet ve duygulardır. Bunların başında da ilim, hikmet, sabır, sebat, haklılık, hak ve hakikate taraftarlık ve ihlâs gibi hasletler yer alır.
Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerim’de “İnanıyorsanız üstünsünüz”1 buyurur. Demek üstün olmak inanmaya ve iman gücüne bağlıdır. Bediüzzaman Hazretleri de “Bütün gücünüzü ihlâsta ve hakta bilmelisiniz”2 derken bu âyetin denizinden bir damlayı bize izah etmiştir.
Hak ve hakikatin gücü inanılmaz derecededir. Bunun için Peygamberimiz (asm) “Hak daima galiptir; hak ve hakikate galebe çalınmaz”3 buyurur. İnsan hakka dayanmakla güçlü olur. Yoksa güçlü olduğu için haklı olmaz. Kur’ân-ı Kerim’in insanlığa verdiği en önemli dersin başında “Haklı olanın güçlü olması”4 gelmektedir.
Sabır, sebat hakta sabır ve sebattır. Haklı dâvâdan vazgeçmemek ve her nev'î sıkıntıya göğüs gererek hakkı her yerde müdafaa etmek sabır ve sebattır. Haksızlıkta inat etmeye ise taassup denir ki bu nev'î taassubun en dehşetlisi inançsızlarda ve sapık fırka ve düşüncelerde bulunur.
İnsana manevî güç veren hasletlerden birisi de günah ve masiyetten uzak durmaktır. Günahkâr bir insan güçlü olamaz. Kendisinden daha az günahlı olana karşı daima mağlup durumdadır. Suçluluk psikolojisi günahtan kaynaklanır. Günahkâr insan ise daima zelildir. Kendisinden daha iyi durumda olana karşı nasıl güçlü olabilir? Bunun içindir ki Hz. Ömer (ra), İran Fatihi olan Sa’d bin Ebi Vakkas’a (ra) yazdığı mektubunda “Sana ve beraberindekilere Allah’tan korkmayı tavsiye ederim. Çünkü Allah’tan korkmak, düşmana karşı en büyük hazırlıktır. Size düşmanlarınıza karşı herhangi bir günah işlemekten şiddetle kaçmanızı tavsiye ederim. Çünkü askerin günahları, kendileri için düşmanlarından daha tehlikelidir. Müslümanlar, düşmanlarının günahkâr oluşu sebebiyle zaferi kazanırlar. Günah işlemekte düşmanlarımızla eşit olursak, düşmanlarımız bizden daha iyi sayılır. Eğer biz, düşmanlarımızı manevî üstünlüğümüzle yenemezsek, maddî gücümüzle hiçbir zaman yenemeyiz” buyurmuşlardır.
Manevî gücü arttıran hususların başında ise ibadet ve duâ gelir. İbadetlerin başında gelen farzları yapan, büyük günahlardan sakınan ve Allah’a tevekkül ederek sadece O’na dayanıp güvenenler elbette kendine güvenerek, kendi gücü ile iş yapmaya çalışanlara nispeten daha güçlü ve kuvvetlidirler. Bediüzzaman Hazretleri, “Besmele” ile Allah’a dayanan ve Allah’a güvenen bir insanın manevî gücünü, askere kaydolan ve askerlik nizamına giren bir askerin, kendine güvenerek hareket eden başıboş birine nispeten ne derece güçlü işler yaptığını nazara vererek çeşitli risâlelerinde anlatmaktadır. Bilhassa “Birinci Söz”de bu husus misâllerle anlatılmaktadır. İman ve Besmele ile Allah namına hareket eden adam, askerlik nizamına tâbî olan bir er gibi kendi gücünden çok fazla güç ve kuvvete sahip olur. İşte bu manevî güçtür.
Manevî gücü arttıran hususlardan birisi de her gün takip ettiğimiz okumalarımızdır. Gerek “tefekkürî ibadet” olan Risâle okumaları, gerekse her gün takip ettiğimiz Kur’ân ve Cevşen okumaları bunların başında gelir. Bu da insana çok büyük bir manevî güç verir. Sabah namazını zamanında kılan ve günlük dersini yapan birisi, bir gün bunu terk ve ihmal ettiği zaman ne derece manevî bir güç kaybettiğini anlar ve hisseder.
Sonuç olarak, günümüzde moral denen manevî güç, gerçekte imandan kaynaklanan ve Allah’ın yardımına insanı mazhar eden manevî güçtür. Felsefî düşüncelerin tersine, insanın kendine güveni değil, Allah’a olan güveninin bir sonucudur.
Dipnotlar:
1- Âl-i İmran, 3:139
2- Lem’alar (2005) s. 393
3- Buhari, Cenâiz, 79; Sözler, (2004) s. 1180–1181
4- Sözler (2004) s. 219, 1159
31.03.2007
E-Posta:
[email protected]
|